28.03.2024 23:52:16
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21

Avrupa'nın Mülteci İmtihanı ve Türkiye

Bolu Dörtdivan Doğancılar Köyü Nüfusuna Kayıtlı 1995 Doğumlu, Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü son sınıf öğrencisi Yaşar ATALAY yazılarıyla sitemizde. İlk yazısı "Avrupa'nın Mülteci İmtihanı ve Türkiye" Bundan sonra Yazarlar köşemizde yazılarını beğeniyle okuyacaksınız.

Editör : Dörtdivan DünyasıKategori : KÜLTÜR-SANAT03 Kasım  2016 Perşembe - 16:52
Avrupa'nın Mülteci İmtihanı ve Türkiye
Arap Baharı olarak tanımlanan ve 2010 yılında Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'de büyük çapta; Moritanya, Suudi Arabistan Umman, Irak, Lübnan ve Fas'ta küçük çapta olmak üzere tüm Arap Dünyasında baş gösteren mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları ve silahlı çatışmalardır.
Bu çatışmaların yakın şahidi olan Türkiye, 911 kilometrelik kara sınırı bulunan Suriye de iç savaşın ortaya çıkmasıyla ile göç dalgasına maruz kalmıştır. Türkiye'ye 'Açık Kapı Politikası ' ile gelen insanları 'misafir' olarak kabul etti. Büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış ülke olarak yardım isteyen bu insanları sayılarına bile bakılmaksızın,' misafir' oldukları ve geri dönecekleri düşüncesi ile kayıt alınmaması üzerine hareket edildi ve ilk kayıtlar 2013 yılından itibaren yapıldı.
Uluslararası alanda Türkiye'nin coğrafi sınırlama şartı koyduğu 'uluslararası mülteci hukuku'nu düzenleyen 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve bu sözleşmeyi izleyen tamamlayıcı New York Protokolü (1967) 'ile mülteci, sığınmacı tanımı ve mülteci, sığınmacı statüsünde olanların sahip olacağı haklar belirlendi. Fakat, bu anlaşmaya göre sadece Avrupa ülkelerinden gelen insanlar Mülteci olarak kabul edilecekti.
1951 Cenevre Sözleşmesi'yle birlikte Avrupa devletleri, Avrupa'da ortak bir 'İltica ve Mülteci Politikası' geliştirmeye başladılar. Batı Avrupa, Doğu Bloğu'ndan "Özgür Batı'ya" (kapitalist sisteme) kaçanlar ile darbe ve diktatörlükten kaçan İspanyol, Portekizli, Yunanistanlı sığınmacı ve mültecilere kapılarını sorunsuz olarak açtı. Ama 1980 ve 90'lı yıllarda yaşanan savaşlar (Bosna, Kosova, Sri Lanka vb.) ve Sovyetler Birliği'nin dağılışı ile mülteci sayısının Avrupa'da yükselmesiyle birlikte, AB'nin Mülteci ve İltica politikasında önemli bir paradigmal değişim yaşandı. Özellikle Avrupa'da "Ortak Pazar" oluşturma, sınırların kaldırılması ve AB vatandaşlarına serbest dolaşım hakkını amaçlayan Schengen Anlaşması ile birlikte AB ülkeleri bazında mülteci ve sığınmacı sayısının azaltılmasını amaçlayan ortak çalışmalar hız kazandı. İltica edenlerin barınma, çalışma, sosyal ve politik hayata dâhil olma ve dolaşım hakkına kısıtlamalar getirildiği gibi, iltica başvurusu, bir ülkede reddedilen bir sığınmacının başka bir Avrupa ülkesinde sığınma başvurusu tümden ortadan kaldırıldı (Dublin Sözleşmesi, 1990). Bu politikaların sonucu olarak iltica başvuru süreçleri hızlandırıldı ve sığınmacıları kitlesel bir şekilde sınırdışı etme uygulamaları en çok başvurulan "çözüm" yöntemi olarak kabul görmeye başladı. Oysa ki hem Cenevre Sözleşmesi ve onu tamamlayan diğer sözleşmeler hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin öngördüğü iltica başvurularının adil bir şekilde incelenmesi, red edildiğinde yeniden incelenmesi, iltica başvuruları sonuçlanmadan sığınmacıların işkence, kötü muamele ya da cezalandırmaya maruz kalma riski ile karşılaşabilecekleri bir ülkeye sınır dışı edilmemesi hükme bağlanmıştır.

Türkiye ise 1923 yılından itibaren 2 milyon 377 bin insanı mülteci olarak ağırlamış resmi kayıtlara göre son 5 yılda ; 1923 -2000 yılları arasında kabul edilen mülteci'den daha fazlasını kabul etmiş ya da diğer bir ifadeyle II. Dünya Savaşı'ndan sonra en çok göçü alan ülke konumundayız.
Burada şu soruları sormamız gerekiyor;
--II. Dünya Savaşı'ndan sonra en çok göçü alan ülke olarak yeni bir sözleşmeye ihtiyacımız var mı ?
--Göç ve mültecilerle ilgili yeni bir bakışa ihtiyacımız mı var ?
Batılı ülkeler ise, Türkiye'yi 1951 Cenevre Sözleşmesi'ne coğrafi sınırlama getiren 3 ülkeden birisi olmamız sebebiyle, Türkiye'nin coğrafi sınırlamayı kaldırması gerektiğini söylüyor ve eleştiriyor.Biz de onlara soruyoruz...
'Açık Kapı Politikasını' uygulayan kim Türkiye. Sınırlarına askerleri duvarları yığan kim 'Avrupa Birliği Ülkeleri', yani bize rüşvet teklif ediyorlar ve biz size istediğiniz kadar para verelim onlar sizin ülkeniz de kalsın, Avrupa'ya gelmesinler bu aynı zamanda batının kendi değerleri ile yüzleşmesi sorunu. İnsan Hakları, Irkçılık ve Ayrımcılıkla Mücadele ve Sözleşmeler deyince hep batı akla geliyor ama Batılı ülkeler bugün Cenevre sözleşmesindeki bu coğrafi kısıtlamayı fiili olarak uygulayarak kendi değerlerine ihanet etmiş oluyor. Batıya karşı Türkiye, Açık Kapı Politikası uygulayarak aslında bize dayatmış oldukları ve evrensel diye tabir ettikleri değerlerin bu coğrafya da kendiliğinden var olduğunu ve bu coğrafyanın içerisinde olduğunu göstermiş oluyoruz.
Sınırdan geçen bu insanlar 'misafir' statüsünde ya Türkiye de kalıyor ya da buradan Avrupa ülkelerine transit geçiş güzergâhı olarak kullanıyorlar ve maalesef bu insanlar ya deniz de boğuluyor ya da, Avrupa'ya ulaşmayı başarabilenler kötü koşullarda ki kamplar da kalıyor.
Sınır Tanımayan Doktorlar ekibinden Brice de le Vingne ise, Yunanistan Kos adasındaki yetkililerin, mültecilerin koşullarını “memnun kalırlarsa daha fazla insan gelir” düşüncesiyle kasıtlı olarak şartları düzeltme amacı taşımadıklarını belirtmekte. Avrupa'nın diğer yerlerinde de durum farklı değil; Galler'in başkenti Cardiff’te mültecilere renkli bileklik takma zorunluluğu getirildiği ve çalışmaları yasak olduğu için kendilerine verilen, günde 3 öğün yemeğe bağımlı duruma gelen mülteciler, bileklikleri çıkarmaları halinde yemek alamıyor.
The Guardian gazetesinin haberine göre, Cardiff’te renkli bileklik uygulaması altında bir ay geçiren bir mülteci, gazeteye yaptığı açıklamada, burada geçirdiği günleri “hayatının en zor günleri” olarak nitelendirdi.
Mülteci, “Bileklikleri takmazsak İçişleri Bakanlığı’na bildirileceğimiz söyleniyordu. Kaldığımız binadan yemek yediğimiz binaya her gün 10 dakikalık bir yürüyüşle geçiyorduk, cadde boyunca bilekliklerimiz görünecek şekilde yürüyorduk” dedi.

Yaşar ATALAY
Dörtdivanlı Kırıkkale Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Son Sınıf Öğrencisi

Bize bu imkanı tanıyan Ankara Bolulular Platformu yöneticilerine, Dörtdivan Dünyası Yönetimine, Ramazan Yaman ve Mehmet Bilgin beyefendilere teşekkürü bir borç biliriz..

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
https://www.researchgate.net/publication/275658947_Avrupa_Ulkelerinin_Multeci_ve_IlticaPolitikalari
http://www.goc.gov.tr/icerik6/giris-cikis_363_378_4708_icerik
http://www.dw.com/tr/kosta-b%C3%BCy%C3%BCk-insani-dram/a-18650165




YAZARLAR

Tamamı