18.04.2024 23:04:08
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21
İsmail ERTUĞ
6 Nisan 2017 Perşembe

ESKİ DEYİMLER, SÖZLER

Sevgili dostlar, değerli okurlarımız; günümüzde unutulmaya yüz tutmuş ve bir çok gençlerimizin de unuttuğu, yeni nesilin ise bilmediği "Eski Deyimler ve Sözler" hatırlanıp, öğrenilmesi açısından kısa bir derlemeyi sizler için hazırladık. Umarım beğenirsiniz.

ESKİ DEYİMLER, SÖZLER

Aba: Ceket
Acaplamak: Ayıplamak, kınamak.
Acıcıcı: Baharda kırda yetişen baharlı bir ot
Aga: Ağabey.
Ağa: Ağabey ve kayın biradere hitap sözü.
Ağartmak: Pirinci- tokmakla dövüp beyazlatmak.
Ağda: Katı pekmez.
Ağdırık-çöğdürük: Tahteravalli oyunu.
Ağdırmak: Eşek, katır ve at gibi hayvanların yükünün bir yanının fazla gelip sarkması.
Ağmak: Yükselmek, yukarı çıkmak
Ağman: Kusur, eksik, kabahat, ayıp.
Ağnanmak: Eşeğin yerde sırtüstü yuvarlanması
Ağrı: Yön belirten söz. (Doğru)
Ağşaksösü: Yağda pişmiş yumurtayı samırsaklı yoğurt içine katarak yapılan yemek
Ahlat: Yaban armudu.
Ahretlik: Yaşlı kadınlar arası kurulan dostluk.
Akbak: Bembeyaz
Akdavar: Tiftik keçisi
Aktarmak: 1-Tarlayı ikinci kere sürmek. 2-Harmanda sapları alt üst etmek.
Al: Hile, tuzak
Alabele: Alacalı renkli
Alasemet: 1-Yeni uyanmış birinin mahmurluk hali. 2- Az pişmiş yiyecek.
Alavuz: İkiyüzlü, arabozan, dedikoducu.
Alıştırmak: Bir düzeneğin farklı iki parçasını birbirine uydurmaya çalışmak.
Anafor: Rüşvet
Anazud: Buğday sapını kağnıya yüklemek için kullanılan üç çatallı ahşap alet.
Anız: Ekin biçildikten sonra kalan kökleri.
Annaç: Karşı
Apalamak: Bebeğin emeklemesi
Apdestlik: Eski evlerde abdest alınan yer.
Aralaşmamak: Başından ayrılmamak.
Ardılmak: (Bir yere) Abanmak, yüklenmek, dayanmak.
Arkalı: Büyük, çok, kalabalık.
Arkmak: Birine işinde yardım etmek.
Arpalık: Köyün yakınındaki verimli tarla.
Ars: Kümes hayvanlarına dadanan yaban hayvanı.
Artma artmak: Düğün veya nişanda hediyelerin takdim edilmesi. Takı merasimi.
Artmak: Bir şeyi bir yere asmak, takmak.
Astar: Oda tavanı, tavandaki döşeme tahtaları.
Atkı: Kadınların omuzlarına aldığı örtü. Şal.
Avait: Düğün veya nişana götürülen hediye.
Avkalamak: Birini azarlamak.
Avlağ: Bahçe çevresine çalıdan yapılan çit.
Avlalamak: Bir yerin çalı ile çevirmek.
Avu: Zehir.
Avul: Evlerin zemin katındaki boşluk.
Avurt: Ağzın iç kısmı.
Avuz: Yeni buzağılamış ineğin sütüne şeker katılarak yapılan yiyecek.
Ayağın almak: Ekin biçme işinin bitmesi.
Ayak yolu: Tuvalet, WC, hela.
Ayalama: Harmanda dövenden sonra kalan samanı toplamaya yarar ahşap kürek.
Aygamber: Ay çiçeği.
Ayı: Eskiden topaca verilen isim.
Ayınga: Eskiden kaçak tütüne verilen isim.
Eza: Taziye, baş sağlığı
Azı: Kağnı dingilinin oturduğu ahşap düzenek.
Bağdaş: Yere dizleri kırarak oturma şekli.
Bakıldak: Boş fasulye kabuğu.
Banak: Ekmeğin sofrada kalan son parçası.
Banmak: Ekmeği yemeğe batırarak yemek.
Başangı: Becerikli ve hamarat kız.
Başlı: Başlanmış halde olan, henüz bitmemiş.
Bayatsımak: Tazeliği geçmiş olmak.
Baymak: Yiyeceğin midede eziklik yapması
Baynımak: Gelişmek,büyümek, ilerlemek.
Bazlama: Sacda pişirilen ekmek.
Bebelenmek: Çocukça hareket etmek.
Beğirmek: Keçinin ses çıkarması, bağırması.
Belemek: Bebeği kundaklayarak yatırmak.
Belleme: Ayakkabı altına vurulan deri veya lastikten yarım pençe
Bellemek: Öğrenmek.
Bestek: Yılışarak gevezelik eden. Sevimsiz.
Bestil: Kurutulmuş meyve ezmesi.
Betlem: Hıdrellezde yumurtayı boyamak.
Bezeme: Vücuttaki ekzema ve kızartıları, yumurta sarısı ve kül ile ovmak.
Bicik: İneğin yavrusu
Bıldır: Geçen sene
Binit Taşı: Hayvana binmek için kullanılan yüksekçe taş
Binit: At, eşek gibi binecek hayvan.
Bıkırdamak: Kıpırdayıp durmak.
Bırakmak: Hayvanın düşük yapması.
Bıtırak: Kırda yetişen dikenli yaban otu.
Bıtlamak: Yerli yersiz durmadan konuşmak
Boğsamak: Büyük baş dişi hayvanların çiftleşme zamanı, boğaya gelmek.
Boğsu: Ev inşa ederken duvarların üstüne uzatılan uzun ve kalın sırık.
Boğu: Düğün öncesi gelin evinden bir tepsi içinde damada götürülen hediyeler
Boğasak: Çiftleşme zamanı gelmiş inek.
Bondi: Bidon
Bödelek: Böbrek.
Bödek: Ocaklıkta sıcak külde pişmiş yumurta
Böğşemek: Kirin çözülmesi.
Böğür: Vücudun bel kısmının yan tarafları
Bönez: (Böğez) Bu sefer.
Börtmek: Haşlanmak. Dudakların ağlayacak gibi , büzülmesi
Börttürmek: Haşlamak. Azarlamak.
Bulamaç: Eskiden un şeker ve yağ ile yapılan basit bebek maması.
Bunalmak: Sıkılmak, daralmak.
Bun: Sıkıntı, yasa.
Bunlu: Tasalı, sıkıntılı.
Buymak: Üşümek.
Buzalacı: Hamile inek
Buzalamak: İneğin doğurması
Bükelek: Sığırları ısırıp rahatsız eden, iri sinek.
Bükelemek: Bükelek ısırması ile ineklerin oradan oraya deli gibi koşması.
Bükmek: Hayvanları hadım etmek.
Bürlenmek: Üstünü bir şey ile örtmek.
Büryan: Kuyuda yapılan kuzu kızartması
Canavar: Kurt.
Cangaza: Kesilen çam dalının pürünü davar yedikten sonra geri kalan kısım.
Cember: Beyaz tülbentten baş örtüsü.
Cerge: Bağ ve bahçelerde dal ve yapraklardan yapılan derme çatma gölgelik
Cıba: Tiftiği kırkılmış koyun veya keçi.
Cıbır: Parasız, zayıf kimse.
Cıdavı: Hareketli, çevik. Mert ve cesur.
Cıkla: Saf, sek, katışıksız.
Cılbır: Hayvanı çekmek için boynuna bağlanan ip
Cin: Sinir.
Cinlenmek: Sinirlenmek kızmak
Cincalak: Çok küçük
Cıngı: Kılımcır. Ocakta yanan odunlardan etrafa sıçrayan köz parçacıkları.
Cingil: Küçük üzüm salkımı
Cıngımak: Kızmak.
Cınımak: Oyunda mızıkçılık etmek
Cırkanak: Etin, kası kemiklere bağlayan beyaz ve sert dokulu bölümü.
Cırmalamak: Kedinin tırmalaması
Cırnak: İlkbaharda yetişip yenen bir ot.
Cıs: Bebeklere söylenen "Dokunma,yapma!" anlamında bir korkutma sözü.
Cıtlık: Özünden sakız yapılan bir ot.
Cıv: Ok.
Cıvınmak: Şikayetçi olmak sızlanmak
Cızım: Satır
Cızlama: Tavada yumurta ve hamur karışımını kızartarak yapılan ince pidemsi yiyecek.
Cöfer: Cevher. Türbe toprağı.
Cücük: Soğan embriyonu, taze yaprakları.
Cümcük oyunu: Bebeklerin el üstünden hafif çimdikle tutarak oynanan biroyun
Cümcük: İki parmak ucu, çimdik
Cümcüklemek: Çimdiklemek.
Cüyümek: Soğukta büzüşmek
Çantı: Evlerde duvar olarak kullanılan sırık uçlarının kertilerek birbirine kenetlenmesi.
Çalacak: Yoğurt mayası.
Çap: Köy emlakinin gösterildiği kroki.
Çapar: Sarışın ve mavi gözlü kimse.
Çaput: Kumaş parçası.
Çar: Kalın tülbentten kadın baş örtüsü.
Çara: Hamile ineklerin dişilik organı akıntısı.
Çaynal: Eğri, büğrü.
Çeç: Saman savrulduktan sonra kalan tahıl
Çekel: Pulluk ve sabanın çamurunu temizlemede kullanılan ve ucunda üçgen demirolan sopa
Çekelüz:Sincap.
Çekiş: Sözlü kavga.
Çemkürmek: Birine söz ile karşı gelmek
Çepiş: Bir yaşlı keçi.
Çerçi: Seyyar bakkal.
Çevre: Mendil.
Çeyil: Toprağın içindeki taşlı kısım.
Çeyiz: (Cihiz) Gelinin düğünde sergilenen eşyası.
Çığ: Balık dizilen ince söğüt dalı.
Çiğindirik: Söğüdün taze sürgünleri.
Çığlık: Evin hemen önünde, duvara ekli, alçak damlı, hayvan konulan yer.
Çığsımak: Terlemek, nemlenmek.
Çıkartma: Balkon.
Çıkı: Yiyecek ve giyecek sarılan bez bohça.
Çıkılamak: Yiyecek ve giyeceği beze sarmak.
Çıkım: Ekin biçerken tarlada bölünen kısım.
Çillenmek: Ekmeğin küflenmesi
Çilte: Hayvan semerinin iki yanına yük bağlamak için takılan urgan
Çımışkı: İnce uzun dal parçası
Çımpalamak: Bir kabı su ile sallayıp temizlemek.
Çinti: Entarinin altına giyilen astarlı uzun don
Çirk: Hayvan gübresi
Çırlamak: Bağırmak
Çırpı: Yakacak, ince ağaç dalları
Çırpıştırmak: Hafifçe vurup dövmek
Çit: 1-Basma kumaş. 2- Bağ, bahçe duvarına çalı çırpıdan yapılan engel.
Çiten: Yeni doğmuş buzağı için damın bir köşesine yapılan küçük bölme.
Çitlek: Kabuklu yemiş.
Çıtıl: 1-Nohutun henüz gök iken ateşte kızartılması. 2-Yakılan çalı çırpı.
Çitimek: Çorap ve kumaşın eski yerinin örülmesi
Çıtlak: Çıt çıt. Kopça
Çon: Kalça
Çorlu: Hastalıklı.
Çotak: Ağacın gövdesinden ayrılan ana kollar.
Çotura: Ağaçtan yapılan emzikli su kabı.
Çöğdürmek: Ayakta bevletmek.
Çökek: Çamur
Çölmek: Toprak tencere. Çömlek.
Çömçe: Kuyudan su çekmek için ağaç kap.
Çöne: Çobanın yardımcısı.
Çörte: Kırda kaynak suyunun önüne konan oluk.
Çörten: Evdeki atık suyun dışarı akıtıldığı boru.
Çuvaldız: Çuval gibi kaba ve kalın şeyleri dikmede kullanılan kalın ve uzun iğne.
Çükündür: Pancar
Daban: (Taban) Ekilip sürülen tarlayı düzlemede kullanılan alet.
Dada: Bebek dilinde şeker ve tatlı yiyecekler.
Dadanmak: Bir yere veya bir şeye alışmak.
Dakanak: Borç.
Daklaşmak: Kavga etmek için sözlü tahrik.
Dalamak: 1-Köpeğin ısırması. 2-Bitkilerin teması ile oluşan acı.
Dalaz: Toz kaldırarak esen rüzgâr.
Dam: Evin, hayvanların barındığı bölümü.
Damüstü: Evlerin toprakla örtülü çatısının üstü
Darın: Güçlükle, ancak
Davar: Küçük baş hayvan, (Genellikle keçi)
Dayak: Kağnı okunu havada tutmaya yarar 1 m. boyunda sırık parçası.
Debitme: Sac üstünde pişirilen açık sade pide
Dedeci: Dilenci.
Dene: Ekin, darı.
Denk gelmek: Uymak, karşılaşmak
Densiz: Lüzumsuz söz ve davranışları olan kişi.
Depelik: Altın ve gümüşle süslü kadın başlığı
Destimal: Mendil.
Devir: Ölen birinin borç namazlarının (güya) affı için yapılan bir işlem.
Deyda: “Daha, işte” gibi gösterme sözü.
Dibek: İçinde tokmakla darı dövülen, taştan oyulmuş büyük havan.
Didelemek: Yün ve pamuğu seyreltmek.
Dıdınmak: Didinmek. Çabalamak.
Diğdirmek: Bebeklerin ayakta bevletmesi
Dikelmek: Birine sözle karşı gelmek.
Dıkım: Ekmekten koparılan parça.
Dillemek: Devamlı horlamak, kötülemek.
Dilmeç: Pantolonun önünde fermuarlı kısım
Dımbı: Seksek oyunu.
Dımdık: Yerli yersiz konuşan, gülen.
Dinelmek: Ayakta durmak.
Dıngırdatmak: Dinlememek, önemsememek
Direcen: Yıkılmaması için duvara vurulan direk
Dîğren: Harmanda sapları ayırıp dağıtmaya yarar ucu demir çatallı alet.
Diş sakızı: Bitki özünden yapılıp diş şekline getirilerek çiğnenen sakız.
Ditmek: Yün ve pamuğu seyreltmek.
Divdala: İş bilmemeden, çaresizlikten doğan şaşkınlık ve gerginlik hali.
Divitin: Pamuklu dokuma.
Diyos: Deyyus anlamında hakaret sözü
Diytaban: Bir şey önemsemez kimse.
Doha !: Öküzlere "dur1" emri.
Dokumak:1-Ağacın meyvesini toplamak 2- Birini adamakıllı azarlamak
Dolak: Kaşkol.
Domuşmak: Somurtmak.
Don yağı: Hayvan iç yağını eriterek yapılan yağ.
Don: Saman taşımak için kağnının etrafına gerilen tiftik dokuma
Döküm: Köyün ihtiyacı için hane başına toplanan para
Döl: Koyun ve keçi yavrusu.
Dölek: Uslu, rahat.
Dölenmek: Rahatlamak, sessizleşmek.
Döş: Göğüs.
Döveç: Sarımsak dövülen ağaç havan.
Dua: Dünürlükten sonra söz kesme töreni.
Durgutmak: (bebeği) sakinleştirmek, birini niyetinden vazgeçirmek.
Durlama: Çamaşır veya bulaşığı yıkadıktan sonra temiz sudan geçirmek
Dumâ: Nezle
Duvak: Gerdeğin ertesi günü erkek evinde kadınlar arasında yapılan eğlence
Düğdem: Çiğdemin olgunlaşmış hali.
Dünür gitmek: Kız istemeye gitmek.
Dünürşü: Gelin veya damatın ebeveyni.
Dürmek: Katlamak
Dürü: Düğünden sonra yakın akrabalara bohça içinde dağıtılan hediye
Düve: Dişi sığır yavrusu.
Düzen: Alet, edevat. Ev eşyası.
Düven: Altı çakmak taşı döşeli ve hayvanlar tarafından ekin sapları üzerindegezdirilerek sap ile samanı ayıran araç.
Düzgün: Önemli günlerde giyilen elbise.
Edik: Bebek ayakkabısı
Eğirmek: Didilmiş yünü büküp ip haline getirmek
Eğrelti: Emanet alınan eşya.Yıkılacak gibi duran.
Eke: Tecrübeli, kurnaz.
Ekin kellesi: Başak
Ekleşmek: Birine musallat olmak. Kavgada kucaklaşma
Ekmek aşı: Ekmeğin ıslatılıp az yağ katılarak yapılan bir yemek
Elcek: Ayağı tutmayanların elleri ile yürümek için kullandıkları ağaç el aleti
Elekçi: Elek ve demir ev eşyası satan göçebe.
Elemsama: (Alaimisema) Gökkuşağı
Eleserpme: Sacda pişirilen açık, sade pide
Ellik: Eldiven.
Eme yaramak: İşe yaramak. Faydalı olmak
Emendirmek: Yormak, zahmet vermek
Emenmek: Emek çekerek özenmek
Emişik: Süt kardeşler
Ergürmek: Ermek, kavuşturmak
Erinmek: Üşenmek
Erkeç: Üç yaşında enenmiş erkek keçi
Essah: Doğru
Eşkere: Açıktan, aşikar.
Eşme: Kırda su kaynağı
Evcimekli: Ev işlerinde becerikli kadın. Hamarat
Evermek: Evlendirmek.
Evsikli: Genç kız, kadın.
Eyecen: Bazı otların başağı.
Eyren: Akarsuyun derin yeri
Ezinti: Kullanılarak bitmek üzere olan sabun
Falaka: Pulluk ya da at arabasında at koşum aletlerinin bağlandığı alet.
Fengire: Yün eğirilen alet.
Ferik: Dişi piliç.
Filike: Musluk.
Firek: Kapı kilitlemek için kurulan ağaç düzenek
Fişitleme: Birini başkasına karşı kışkırtma..
Fışkı: Damın süprüntüsü.
Folluk: Tavukların yumurtladığı yer.
Gağşak: Laçka
Gâh: Öküze,"git" sözü
Garda: Elbisede dikiş hatası. Pot.
Gayli: (Galan) Artık, bundan sonra.
Garsamba: Sıkışık, telaşlı zaman.
Gavşurmak: İki ucunu birleştirip bağlamak
Gavsalamak: Çeç üzerindeki samanlı kısmın kabaca alınması.
Gayım: Sağlam, kavi.
Gazel: Kavak yaprağı.
Geçgeyin: Geç vakit.
Gerilik: Belli zamanlar için saklanan giyecek.
Genirak: Biraz geri kısım, arka.
Gerneşmek: Gerinmek.
Geven: Dağlarda yetişen ve hayvan yemi olarak kullanılan dikenli ot
Gezdan: İki yaşına kadar dişi keçi.
Gez: Ufuk çizgisi.
Gezek: Hayvan gütme sırası.
Gıcırganmak: Bir iş yapmaya gönülsüz olmak
Gıdım: Az, bir parça
Gidişmek: Kaşınmak.
Gil: Bir sülale, aile veya bir grubu belirten söz.
Gığışdatmak: Kâğıtları sürterek ses çıkarmak
Gığşalak: Bir mantar cinsi.
Gıremise: Beşibirlikten küçük (Cumhuriyet) altın.
Gırna: Aksi, huysuz.
Gırnata: Müzik aleti (Kemane). Hırçın kimse.
Gıyımsız: Cimri.
Göcen:Tavşan yavrusu
Göde: Güvercin yavrusu. Kardeş.
Gölez: 1 yaşından küçük köpek yavrusu.
Gömgök: Masmavi.
Gönenmek: Mutlu, rahat hayat yaşamak
Gövelemek: Büyükbaş hayvanların çiftleşme dönemine girmeleri.
Gövermek: 1-Ağaçların yeşermeye başlaması. 2-Bir şeye sahip olmak için duyulanaşırı istek
Göynek: Humayından yapılan kısa kollu uzun atlet
Göz: Gömme dolap. Oda. Pencere. Nazar.
Gözer: Geniş delikli eleme aleti.
Gözleme: İnce açılıp sacda pişirilen hamur işi.
Güğlek: Ağaç veya oyma kabaktan yağ tuz konmak için kullanılan kap
Güğürdenmek: Yeni dillenmeye başlayan bebeğin ağzından anlamsız sözler çıkarması
Gülü: Hindi
Gün dönümü: 21 Haziran. Yaz başlangıcı
Günü: Kıskançlık.
Günücü: Kıskanç.
Günülemek: Kıskanmak.
Gütmek: Hayvanları otlatmak. Takip etmek.
Habire: Durmadan, devamlı.
Hak: 1-Gelin alma. 2-Köyde imam, çoban ve bekçi gibi görevlilere verilen ücret.
3-Değirmende un öğütme karşılığı verilen ekin
Hakçı: gelin almaya giden kadınlar.
Hakırdamak: Gürültü ile gülmek ve konuşmak.
Halep: Oyulmuş patlıcan kurutması.
Halkun: Üzeri taş ile örtülen su yolu.
Hamaylı: Boyuna asılan muska.
Hanımiğne: Çatal iğne.
Harar: Büyük çuval.
Harç: Düğün veya nişan için alınan yiyecek.
Harda: Küştürenin içindeki kesici alet.
Harpuç: Odanın tavanına konan çamur saman karışımı izolasyon şekli.
Haside: Kavrulmuş un ve şekerle yapılan tatlı.
Hatıl: İnşaatta duvardan duvara yatay uzatılan sırık.
Hayat: Odaların arasındaki boşluk.
Helke: Kulplu su kabı. Bakraç.
Herene: Leğen şeklinde büyük bakır tencere.
Heybe: İki gözü olan dokuma torba.
Heyheylik: Delikanlılık çağı.
Hiç etmek: Boşa gidermek.
Hıdrellez: Eski takvimde kış aylarının bitmesi, baharın başlangıcı. (6 Mayıs)
Hınkırmak: Burnundan sümkürmek.
Hirk: Tarlayı sürüp dinlendirmek. Nadas.
Hırtlaşmak: Düğümün sıkılanması
Hokra: Hayvanların derisi altında yaşayan asalak.
Holta: İki ve üç etek altına giyilen astarlı don.
Horanta: Ev halkı.
Horkut: Umacı, korkulan şey.
Horsanba: Kaba ve yakışmayan şekilde giyim tarzı,.
Hot: Sekgüdük oyununda sayı yapmak.
Hoyuk: Arazideki tabii yükselti. Tepelerde çobanların taşlardan yaptığı kule.Hüyük.
Hödüklenmek: Şüphelenmek, tedirgin olmak.
Hödüklü: Tedirgin, şüpheci.
Hökelekli: Oturaklı, ağırbaşlı.
Höst: Durması ve uslu olması için ata söylenir.
Höşmerim: Süt, un ve yağ ile yapılan bir tatlı.
Höykürmek: Kızarak bağırmak.
Husa: Merak, tasa.
İdare: Eskiden kullanılan aydınlanma aleti.
İfitlemek: Bir karışım içinden bazılarını seçmek.
İğdiş: Hadım edilmiş at.
Iğrıp: Usül, metod, yol, yordam.
İğseri: Çivi.
İğsi: Ocakta bir ucu yanmakta olan odun
Ildırayaz: Açık havada dondurucu soğuk
Ildırışık: Aydınlık.
İlenç: Beddua.
Ilgın: Dere kenarında yetişen ve süpürge yapılan mazıya benzer kısa boylu bitki
İlkidin: Bir annenin doğurduğu ilk çocuk
İmbal: Hayvana dürtülen ucu çivili sopa
Iramak: Uzaklaşmak
İrezgi: Menteşe
Irgat: Tarlada para ile çalışan kişi
Irgatlık: Ekin biçme mevsimi
Irışkan: Birini imrendirme, nisbet yapma. Tahrik etme, lâf çarma.
İrişkil: Sucuk
İrkmek: Biriktirmek.
Isınmak: Birine veya bir şeye karşı kalbinden yakınlık duymak, alışmak
İğsiran: Tekneden hamur kazıma aleti.Sıyıran
İskembe: Sandalye
Isnuk: Sessiz, utangaç. Sönük.
Işkı: Ağaç kabuğunu soyma aleti
Işkın: Sürgün. Ağacın genç dalları.
İşlik: Üste giyilen gömlek.
İt dirseği: Arpacık denilen göz rahatsızlığı.
İteği: 1- Sac üzerinde bazlama çevirmeye yarar demir / ahşap gereç.
2-İşe yaramaz, serseri kimse.
İtişmek: Yarış, rekabet, iddia etmek
İvecen (Evecik): Aceleci, telâşlı.
İvmek: Acele etmek.
Kababaşlak: Başı açık halde
Kabala: Bir miktarın ortalama sayısı veya fiyatı
Kadımalak: İlkbaharda yetişip yenen bir ot
Kafakâğıdı: Nüfus cüzdanı
Kahrık: Balgam
Kakırdak: Çorbaya konulan dondurulmuş iç yağı
Kakışlamak: İteklemek. Horlayıp kötülemek
Kalbur: Geniş delikli eleme aleti.
Kalgımak: Koşmak.
Kalkan dikeni: Deve dikeni.
Kaltak: 1-Eski ayakkabı. 2-Hafif, kötü kadın.
Kanak sakızı: Karakavuğa benzer bir otun özünden yapılan sakız.
Kancık: Hayvanların dişisi.
Kandıl: İçi astarlı, saman selesinden büyük örme sepet
Kanırmak: Çiviyi sökerken eğip bükmek.
Kanlıca: Kırmızı renkli yenen bir mantar cinsi
Kapama: Testide pişirilen etli pilav.
Kapcık: Bazı meyvelerin dış kabuğu.
Karaçav: Kağnının iki yanına uzatılan sırıklar.
Karaca: Çörek otu.
Karakavuk: İlkbaharda yetişip yenen bir ot.
Karartı: Gölge.
Karevle: Ayakkabı.
Karık: Bahçede sebze ekilen bölümler.
Karmak: Karıştırmak.
Kasılmak: Bendini beğenmek, büyüklenmek.
Kasım: Halk takviminde, Kasım ile Mayıs arasındaki 180 günlük süre. Kış mevsimi
Kasnak: Sofrada sininin altına konan, ince tahtadan yuvarlak araç.
Kaş: Toprak dam.
Kaşıklağ: Kaşık konulan sepet, kaşıklık.
Kav:Söğüt ağacının köke yakın yerinde oluşan mantarımsı doku.
Kavsara: Sepet. Göğüs kafesi.
Kavurga: Ateşte kızartılmış tahıl.
Kavut: Leblebi ve kuru ahlat tozu
Kaygana: Omlet.
Kaykılmak: Geri yaslanıp rahatça oturmak
Kazguç: Çiğdem kazma aleti.
Kelesti: Gölge. Göz önünden aniden geçen belirsiz şeyler.
Kemre: Hayvan gübresinden yapılan yakacak.
Kenef: Helâ, tuvalet, yüznumara, ayakyolu
Kerahat: Pis, hoşa gitmeyen.
Kerdahlı: Kılık kıyafetine aşırı önem gösteren. Havalı
Kerç: Dokundurarak konuşma. Birini ima yollu eleştirme.
Kesene: Bir işin yapımını götürü almak.
Kevsen: Samanla karışık tahıl. Malama.
Kılavlamak: Bileylenen bıçağın yüzlerinin ince eğe ile temizlenmesi
Kıldırgıç: Sallanarak, eğri büğrü yürüyen.
Kınnap: Balmumu sürülerek sertlik ve sağlamlık verilen kalın dikiş ipi.
Kıran: Öldürücü salgın hastalık.
Kırçmak: Bir şeyi koparmak.
Kırgı: İşe yaramaz, verimsiz yarık arazi.
Kirellik: Banyo yapılan yer.
Kırıdak: Kendini beğenen, gostak.
Kırıtmak: Ayakta durmak. Gülümsemek.
Kırklık: Koyun yünü ve keçi tiftiği kırkma aleti
Kırma: Kalın öğütülüp hayvanlara verilen arpa.
Kısımlamak (Hapazlamak): Tek elin avucu ile bir şeyi tutmak.
Kıvrak: Çabuk, tez.
Kıymık: Küçük odun ve ağaç parçacıkları.
Kirt: Sert, kart
Kısık: İki tepe arasındaki geçit
Kişelemek: Tavuğu kovalamak
Kıvırdım: Düğünde çeyizin cinsi, miktarı ve fiyatının tesbit edildiği yazılı tutanak.
Kıyılmak: Aşırı açlıktan midenin ezilmesi
Kıymık: Kesilen odunun küçük parçaları.
Kızkaçıran: Siperliği kalkık erkek kasketi
Kocuk: İçi kürklü parka.
Koçalak: Baharda kırda yetişip yenen bir ot.
Kofalmak: Sevinmek. Bir şey ile gururlanmak
Koğlaşmak: Birinin dedikodusunu yapmak.
Koğu: Gıybet, dedikodu
Koğucu: Arada lâf taşıyan
Kokak: Pis.
Kolan: Semeri eşeğe bağlayan kuşak
Kolçak: Çalışırken dirseğe kadar geçirilen kolların kirlenmesine engel kolluk.
Konak: Saçdaki kepek. Köy odasına, imam ve bekçiye yemek verme sırası.
Kongur: Öcü, umacı.
Konç:Ayakkabının arka kısmı.
Kostak: Kasılarak gezen.
Koşmak: At ve öküzü, araba veya pulluğa bağlama.
Kotarmak: Yemeği başka kaba boşaltmak.
Koyultmaç: Koyun sütü ile yapılan tatlı yiyecek.
Köçek: Erkek çengi
Kömme: Kızgın kül içinde pişirilen bir çörek
Köpen: İşe yaramaz çul.
Körduman: Sis.
Körenlenmek: Sönmeye, iyi olmaya başlamak
Körük: Eskiden demirci atölyesine verilen isim
Kösnük: Kızana gelmiş köpek.
Kösülmek: Uzanıp yatmak, sere serpe oturmak
Kösüre: Kesici aletleri bileme aracı.
Köşmen: Şişmanca
Kötücü: Bir şeyi bilemeyen, yapamayan (Çocuk).
Kötülemek: Zayıflamak. Birini küçük düşürmek
Kubaşık: Ücretsiz olarak karşılıklı yardımlaşma.
Kubat: Öcü, korkacak şey
Kulak tözü: Kulağın arka kısmı.
Kullap: İlkel menteşe.
Kundaklamak: Bebeği bez ile sıkıca sarmak.
Kundak: Kedi yavrusu.
Kunduru: Bir buğday çeşidi.
Kunnacı: Hamile hayvan.
Kunnamak: Hayvanın yavrulaması.
Kurna: Pınardan su akan boru.
Kursak: Mide, işkembe.
Kuş lastiği: Sapan.
Kuş tiridi: Bulamaç şeklinde bebek yiyeceği.
Kuşene: İçine yemek konulan bakır kap.
Kuytak: Saklanılacak kuytu yer.
Kuyulmak: Acının hissedilmesi.
Kuzulacı: Hamile koyun
Küçülü: Nazlı, her istediği yapılan çocuk
Külçe: Küçük bazlama.
Küllük: Ocak külü ve çöp dökülen yer.
Külüstür: Eski, işe yaramaz.
Kümbül: Patates.
Künge: Toz, çöp, süprüntü.
Kürke yatmak: Tavuğun kuluçkaya yatması.
Kürtün: Kar yığını.
Kürük: Küçük kulaklı koyun ve keçi.
Kürümek: Kürek ile kar, pislik temizlemek.
Küskü: Kalın ve uzun bekçi değneği.
Küştüre: Tahtanın yüzünü düzeltme aracı.
Küt: Kötürüm. Bacakları tutmayan.
Kütlük: İnsan üzerine çöken bitkinlik, uyku hali
Kütül: Soğanla kavrulmuş bulgur yemeği
Küymek: Hakkına razı olmak.
Mahlamak: Çok aşırı yorgunluk ve yemekten hareket edememek.
Makadam: Taş döşenerek yapılan yol. Kaldırım.
Malak Hamuru: Un, yağ ve şekerle yapılan tatlı
Malak: Manda yavrusu. Hamur tatlısı.
Manca: Yemek.
Mancar: Geniş yaprakları haşlanıp sarma yapılan ıspanağa benzer yaban bitkisi.
Mandal: Sokak kapısına asılan ilkel kilit aleti.
Masat: Bıçak bileme aleti.
Maşrapa: Kulplu su içme kabı.
Matçalı: Pis.
Mayasır: Basur. Makatta oluşan kaşıntılı hastalık.
Mayışmak: Tembellik, sıcak veya yemekten dolayı olduğu yerden kımıldayamamak
Meh: "Al" anlamında söz
Mernecim: Çalgısız yapılan düğün.
Meşkef: Çok ağır kir. Pasak
Met: Çelik çomak oyununda kısa değnek parçası
Mıh: Öküz, at ve eşek nalını tutturmak için hayvanın ayağına çakılan demirçivi.
Mıhlama: Soğanlı kıyma üzerine yumurta kırılarak yapılan basit yemek
Mırık: Batak çamur
Mısmıl: Temiz (Hayvan)
Mucur: Sekiz kiloluk bir ekin ölçü kabı
Musufa: Sedir, seki.
Mücüre: Kilitli küçük sandık. Çekmece
Nacak: Kısa saplı balta
Nakıs: Aksi, huysuz
Namazlağ: Seccade.
Nemben: Ne bileyim ben.
Nezelmek: Kumaşın eskiyip incelmesi
Nişt!: İneklere "Geri git!" ünlemi.
O değilden: Asıl maksadını belli etmeden.
Ol görüp: Başarısızlıkta, boşa giden zaman ve emeği anlatan söz.
Ok: Kağnıda, arkadan öne uzatılan büyük ağaç
Oklağaç: Yuvarlak hamur açma aleti. Oklava
Okumak: Davet etmek
Omca: Üzüm bitkisi.
Onaçça: Güzelce, iyice
Onmak: Mutluluk, rahata ermek, sağlıklı olmak
Oranlama: Atasözü, öykü, uydurma söz. Bir anlam ifade eden iki dizelik özlüsöz.
Ortancılı: Ortanca çocuk
Osan: Saf.
Oşkiş: Köpeği kışkırtma, saldırtma sözü
Oturmak: Bir kızın, erkeğin evine kaçıp gelmesi
Oturmakçı: Misafir.
Oynamak: Kadın ve erkek arasındaki ayıp sayılan gayri meşru sevgi ilişkisi.
Oynaş: Eski dilde sevgili.
Oyulgamak: Kaba ve basitçe dikmek.
Öbek: Savrulmak için yığılmış ekin saman karışımı
Öcü: Çocuğu korkutmaya söylenen hayali yaratık
Öğülcümek: Kusacak gibi olmak.
Öhrü: Korkunç.
Ölçermek: Ucu yanan odunları ocağa yaklaştırmak.
Örü: Keçi ve koyun sürüsünü gece yarısından sonra yaylıma çıkarmak.
Örüklemek: 1-Ağzına kadar doldurmak. 2-Hayvanı otlaması için uzun bir iple biryere bağlamak
Örüsger: Rüzgâr.
Ötürmek: İshal olmak.
Özemek: Koyu bir sıvıyı su ile karıştırıp cıvıtmak
Pahal: Kimseye yardımı dokunmayan kimse.
Pala: Tiftikten dokunan yer sergisi.
Para: Az, azıcık, bir parça.
Pasak: Kir
Patoz: Saman ve taneyi ayıran harman makinası.
Pazı: Bir bazlamalık hamur parçası.
Pelese: Eski, işe yaramaz. Sebze fidesi
Peşkir: Havlu.
Peştemal: Kadınların önlerine taktıkları önlük.
Pilit: Meşe ağacının meyvesi. Palamut.
Pırpıt: Yünden dokunan pantolon.
Pisilemek: Çocuğu aşırı sevgi ile nazlı büyütmek.
Pisleğeç: Küçük kısa tahta kürek.
Pısmak: Saklanmak. Şişin inmesi.
Potak: Ayı yavrusu.
Potur: Kaba kumaştan, arkası bol pantolon.
Pörtlek: Yuvasından çıkmış (Göz)
Purç: Ağaç dalında biten mantarımsı asalak doku
Pusuruk: Puslu ve sisli hava.
Puşumak: Somurtmak. Küsmek.
Puykurmak: Yemek anında gülerek ağzından çevreye birşeyler saçmak.
Pür: Çam ağacının yaprakları .
Pürçek: Saç püskülü
Rahmet: Yağmur.
Sacayağı: Ocakta, üstünde yemek pişirilen, ekmek ısıtılan üç ayaklı demir alet.
Saçı: Düğünde davetlilerin damada arttıkları para veya türlü hediye.
Saçkıran: Çıyan, kırkayak.
Sağdıç: Damadın yanında duran, küçük çocuk
Sahan: Yayvan bakır kap.
Sail: Yoksul. Yardıma muhtaç kimse.
Sako: Palto, ceket gibi üst giysisi.
Sal tahtası: Cenaze taşınan dört kollu tahta.
Sağlak: Kırda davar ağılı.
Salım:1- Grip. 2- Bir pişirimlik pirinç, bulgur, makarna miktarı.
Sallangaç: Salıncak.
Salta: Entari üstüne giyilen sırmalı yelek.
Sap: Ekinin biçilmiş hali.
Sapırdamak: Konuşma ve davranışlarda düzensizlik
Savsalamak: Aceleden doğan telaşlanmak.
Savsalı: Heyecanlı, telaşlı, aceleci
Sayı: Dönümden küçük arazi ölçüsü
Sayıntı: Saygı, görgü
Seğirtmek: Yetişmek için koşmak
Sehim: Kura çekiminde herkese düşen pay.
Sekgüdük: Esnek değneklerle oynanan bir oyun
Sele: Büyük saman sepeti.
Seme: Salak, sersem.
Senir: Dağ veya tepelerin arasındaki sırt.
Sergen: Raf.
Sevgüsüz: Sevilmeyen davranışlarda bulunan
Seyis: Boynuzlu keçi.
Siftinmek: Omuzlarını oynatarak kaşınmak
Sıkraz: Cimri
Sındı: Makas.
Sinirsek: Etin sinirli kısmı. Odunun sert kısmı.
Sinsin: Düğünde müzik eşliğinde ateş etrafında dönerek oynanan oyun.
Sıracalı: Dertli, hastalıklı.
Sirke: Bit yavrusu.
Sırnaşmak: Yapışıp yalakalık ve zevzeklik etmek
Sivil: Deride oluşan sert kabarcıklar
Sıyırmak: Kazımak, Değerek geçmek
Soğukluk otu: Semizotu
Soğulmak: Hayvanın sütünün kesilmesi
Sokakçı: Misafir.
Soku: Bir şeyi saklama yeri. Zula.
Sölpümek: 1-Yaşlılıktan derinin sarkması. 2- Sıcak suya sokulan trikonun sarkması.
Sorak: Bebeğin ağzına tülbent içinde verilen üzüm, lokum gibi şey.
Sorudak: Asık suratlı.
Sorutmak: Ayakta durmak, dikilmek
Soyak: Gurup halinde gidiş şekli.
Soyka : Soyulup hayvana yedirilen ağaç kabuğu.
Soyma: Kabuğu soyulmuş söğüt dalı.
Söbe: Eğri, biçimsiz, yamuk. Saklambaç oyunu
Sumsuk: Yumruk.
Sundurmak: (Yukarıya) vermek
Sunturaç: Ayağı nallanacak öküz, at ve eşeklerin tırnağını kesmeye yarar alet
Susa: Şose. Asfalt yol.
Sargınlık: Kişiler arasındaki yakınlık, sevgi ve dostluk bağı.
Sübüre: Yoğurtlu hamur yemeği.
Sümdük: Davetsiz her yerde bulunan.
Sümürtlemek: Suyu, ayranı kaptan bardaksız ve bir nefeste içmek
Sünmek: Uzanmak. Ölümü beklenen hastanın yatışı
Sürecek: Yeni yürüyen çocuklar için ağaçtan yapılan üç tekerlekli oyuncak.
Sürgüç: Bulaşık bezi
Süvari: Pantolonun dizine konan yama.
Şak: Bölüm, parça, dilim.
Şalaman: Yüze gülen, dalkavuk.
Şallak: Üstü başı yırtık, dağınık kimse
Şarlak: Şelale.
Şartasız: Utanmaz, belalı kimse.
Şayak: Pantolon.
Şebit: Yufka
Şina: Araba tekerleğine geçirilen demir halka.
Şırgınlı: Yüzü gözü pis, çapaklı kişi.
Şişek: Bir yaşından büyük toklu.
Şum: Uğursuz.
Tafra: Surat asıklığı.
Tahra: Ucu çengelli odun kesme aracı
Tahaşşut: Her tür biçilmiş kereste.
Tahtalı kamyon: Kasalı kamyon.
Takı:1-Düğün ve nişanda geline takılan altın. 2-Hayvanların boynuna asılan çan, çıngırak.
Takım: Sıgara ağızlığı ve tütün tabakası.
Tarhana çiçeği: Güzün kırda yetişen bir çiçek.
Tasvir: Resim, fotoğraf.
Tavsamak: İşin uzaması, tadının kaçması.
Taya: Çeltik dövülen çatallı sopa.
Tek durmak: Uslu durmak
Teke: Damızlık erkek keçi.
Telbüz: Düzenci, kurnaz kimse
Teliz: Çuval.
Temre: Genelde elde oluşan kaşıntılı hastalık
Tevatür: Abartılı, mübalağalı.
Tezek: Hayvan gübresinden yapılan yakacak.
Tımışkı (Çımışkı) : İnce uzun dal parçası.
Tırbâlı: Hastalıklı, hastalığı eksik olmayan.
Tir: Çeltik lekleri arasındaki yükselti, sınır.
Tire Çorabı: Lastik iplikten yapılan çorap.
Tıska: Soluk benizli, zayıf.
Tokaç: Çamaşır dövmekte kullanılan araç
Tomafil: Otomobil. Motorlu taşıt.
Toman: Şalvar
Tonç: İki tarla arasındaki tümseklik. Sınır.
Tongur: Düzgün olmayan yuvarlak
Tonra: Kir.
Tosbağa: Kaplumbağa.
Toyga: Yoğurt çorbası.
Tozak: İnce yağan kar.
Töhmürük: Balgamlı öksürük
Tömek: Dam penceresi.
Törsengi: Ters, inatçı
Tumman: Pantolon.
Turfan: Yoğurdun çalkandığı küp.
Tutak: Sıcak şeyleri tutmaya yarayan bez
Tutum: Hal, davranış.
Tükyalı: Domatesli pirinç pilavı.
Tünek: Üstünde tavukların uyuduğu sırık
Tünemek: Kümes hayvanlarının kümes veya damda bir sırık üzerinde uyuması
Uğunmak: Çaresizlikten sızlanmak.
Ulaşıklı: Nişanlanmış kız veya erkek.
Ulaşmak: Nişanlanmak
Unra: Hamurun yapışmaması için serpilen un.
Urba: Giyecek.
Ustun: Odanın astarı.
Usumuna: Gelişi güzel, kendi başına.
Uşak: Küçük (Erkek) çocuk.
Ut: Ar, utanma, sıkılma.
Utlanmak: Utanmak, sıkılmak.
Uyuntu: Serseri, tembel, uyuşuk.
Üfe: İçi boş ve tanesiz çeltik.
Üfelek: Yaprağından sarma yapılan ıspanağa benzer yaban bitkisi. Efelek
Üleşmek: Paylaşmak, bölüşmek.
Ünlemek: Bağırarak çağırmak.
Ürmek: Havlamak.
Ürün: Süt,yoğurt,peynir, tere yağ gibi hayvansal yiyecek mamülleri.
Üşencek: Tembel.
Ütmek: Oyunda karşıdakinden bir şey kazanmak
Üvendire: Çift sürerken öküzleri idare etmek için kullanılan uzun değnek.
Variyet: Varlık, zenginlik.
Yaba: Öbek savurmaya ve saman doldurmaya yarar çatallı ağaç alet.
Yağar: Yağlı kir.
Yakmak: Birine veya bir olay üzerine doğaçlama ile türkü besteleyip söylemek.
Yal: Hayvanlara verilen sulu yemek artıkları
Yallı: Üzerine yemeği dökerek yiyen.
Yama: Bayır, yokuş.
Yamaç: Karşısı.
Yamalık: Yama yapmaya yarar bez parçası.
Yan taşı: Ocaklığın iki yanındaki taşlardan biri.
Yandana: Yontulan ağaç gövdelerinin yanyana ve üstüste konularak yapılan ev (iç/ dış) duvarı.
Yangabuz: Aksi, geçimsiz.
Yanır: Çam sakızı.
Yanırlı: Sırt.
Yanıt: Nişan sonrası kız evinden damada gönderilen hediye paketi.
Yanmak: Aşık olmak. Sevdalanmak
Yantiri: Hafif yan yürüyen. Az aksi huylu.
Yapışak: (argo) Birinin yanından ayrılmayan
Yaren: Arkadaş, dost
Yarılgan: Su ve sel ile yarılmış arazi.
Yarım: 16 kiloluk tahıl ölçü birimi
Yarışmak: Koşmak
Yarsımak: Gördüğü bir şeyi canı çekmek.
Yaslağaç: Saca ekmek koyma ve alma aracı.
Yaşmak: Gözler açık kalacak şekilde başı örtmek.
Yatsılık (Uykuluk): Uzun gecelerde yatmadan önce yenilen yemek.
Yayık: Yoğurttan süt çıkarmaya yarar ahşap araç
Yayılmak: Hayvanların otlaması.
Yaylım: Otluk alan.
Yazı: Düz arazi.
Yazma: Baş örtüsü, yemeni.
Yazmak: Birini dövüp hırpalamak.
Yel: Kas ağrısı.
Yelmik: Baharda yetişip yenilen bir ot.
Yençek: Hafif, oturaklı ve ağırbaşlı olmayan.
Yeşilustan: Yeşil renkli kertenkele.
Yetirmek: Denk getirmek, yetiştirmek
Yetmek: Arkasından yetişmek.
Yilikmek: Yaramazlık yapmak.
Yoluşmak: Bir şeyi yapmaya uğraşmak, çabalamak.
Yosmak: Zannetmek.
Yöniğne: Yorgan iğnesi.
Yörelenmek: Hafif bir şeyler yiyip açlığı yatıştırmak.
Yuka: (Yufka) Hafif, ince.
Yular: Hayvanın başına geçirilerek çekilen urgan
Yumak: Yıkamak
Yummak: (Gözlerini) Kapatmak
Yunmak: Yıkanmak
Yuntu: Bulaşıktan artan kirli su.
Yuvak: Evin akmaması için yağmur yağınca kaşda gezdirilen ağır taş silindir
Yüklük: Odalarda yatak konulan gömme dolap
Yürüklü: Aş ermiş hamile kadın.
Zağmak: Akmak, kaymak, kaçmak
Zahra: Hayvan yiyeceği. Saman, yem, ot. Zahire.
Zebella: İri yarı.
Zebinlik: Islaklık, çamur, çökek.
Zelve: Boyunduruğun öküz boynuna geçirilen kısmı
Zere: Bir sebebi anlatmak için kullanılan söz.
Zevklenmek: Biri ile alay etmek.
Zevzek: Lûzumsuz, boş konuşan.
Zıbın: Bebeklerin içine giydirilen ince içlik.
Zilif: Öne doğru dökülen saçlar. Zülüf.
Zilli: (Argo) Alımlı gösterişli kadın.
Zivrik: Ekinin filizlenmiş hali.
Zılgar: Yeni yetişmekte olan çam fidanı.
Zıravut: Çok iri.
Zırıncımak: Huysuzlanmak. Boş yere ağlamak
Zırtaboz: Laf, söz dinlemez kimse
Zerzevat: Sebze çeşitleri
Zırzop: Düşüncesiz.
Zobu: Büyük, iri.
Zölbür: Hantal, dağınık ve savruk kimse.
Derleyen: İsmail Ertuğ







Tüm yazarlar için tıklayın

YAZARLAR

Tamamı