29.03.2024 08:09:57
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21
H.İbrahim YAMAN
1 Ekim 2012 Pazartesi

TOPLUMSAL KURTULUŞ

Toplumsal kurtuluş, toplumsal huzurdan ve toplumsal çalışmaktan geçer. Hazırı yiyip tüketmeye Hasan dağı dayanmadığı gibi; elden gelenle öğün olmaz, olsa da karın doymaz. Dahası, veren elin karşısında boyun eğmek zorunda kalınır. Veren el, alan elden üstün olur. Biz bunu bin yıllık tarihimiz boyunca, zaman zaman yaşayarak görmüş bir toplumuz. Devletlerden devletlere, batışlardan çıkışlara, düşüşlerden yükselişlere her uğrayışımızda gördük bu gerçekleri. Türk’e Türk’ten başka dost millet yok dedik! Çalışan demir ışıldar dedik! Birlikten kuvvet doğar dedik! Ekmeğimizi, suyumuzu, unumuzu, hamurumuzu, atımızı, arabamızı, okumuzu, yayımızı, topumuzu, tüfeğimizi, kılıcımızı kendimiz yaptık, ürettik… Her gün “daha daha!” diyen bir Dünya’da, her gün daha ilerleyen, gelişen ve yükselen bir Dünya’da, dün yaptıklarımızla yetinmemek, “var aha!” dememek gerektiğini de bir bilebilseydik... Bugün buralarda değil, Batı’nın ileri ülkelerinin seviyesinde, çağdaş uygarlığın da önünde olurduk!
Bir yerlerde yanlış var. Hatta birçok yerlerde yanlışlar var. Yanlışın en büyüğü de, değişen ve gelişen koşullara ayak uydurmakta, gereğinde koşulları değiştirip geliştirmekte gösterdiğimiz tembellik ve uyuşukluklardır. Sonra da suçu birbirimize atmamız ve düştüğümüz kavgalarımızdır. Osmanlı’yı yıkıma götüren sistem kavgalarımız, Cumhuriyet’te de devam etti durdu. Oysa Atatürk, o kavgaları bitirmiş, yolun gelişmişini, adaletlisini ve doğrusunu seçip, Türk ulusunun önüne koymuştu… Ama biz o yolu bile anlamakta tembellik gösterdik. Atı alan Üsküdar’ı geçti! Biz Anadolu yakasında yayan kaldık!
“Bu iş böyle gelmiş, böyle gider. Bu memleket düzelmez. Bu kafalar değişmez.” yaklaşımları ve mantıkları işledi ve işletildi. “Ne şiş yansın, ne kebap yansın” cılar, öz çıkarlarının bekçiliğini yaptılar çok kere. Oysa suç, şişte de vardı, kebapta da. Suçun çoğu da kendimizdeydi. Sonunda şiş de yandı, kebap da.
Bayrağı şimdilerde hatırlıyorlar... Oysa başka bayraklar çekmeye bile yönelmiştiler. Ya da yöneltilmiştiler. Biz, kendi cevherinin, değerlerinin, kendi imkân ve olanaklarının, kendi varlığının, onur ve haysiyetinin farkında olamayan bir toplumuz. Güven bunalımlarına düştük, düşürüldük bu yüzden. Elimiz kolumuz döküldü, dermansız kaldık. Aklımız, beynimiz durdu, pervasız olduk. Ondan bundan, Yer’den ya da Gök’ten bekler olduk… Bazıları diyeceklerdir ki, şöyle şöyle de kalkındık. Çağdaşlarımıza oranla bir arpa boyu! O kadar da mı olmasaydı?.. Çağdaş uygarlık seviyesinin üstü nerede, biz nerede? O halde Atatürk’ten sonraki kısmi başarısızlık, o başarısızlıkların sahiplerine aittir.
Hangi konuda işler yolunda ki? Doktor:
Ben tedavi ettim, hasta iyileşti, diyor.
Yatağında ölümle pençeleşen hasta, iyileştim demiyor. Hasta iyileşme belirtisi göstermiyor. Hasta elden gidiyor. Doktordan da, hayattan da ümidi kesmiş, “işimiz bitik” diyor. Kafası durmuş, dermanı gitmiş, ümidi ve arzusu bitmiş. “Bu iş böyle gelmiş, böyle gider” diyor… Haksızlıkların ve adaletsizliklerin eseridir bunlar. Oysa herşey tam tersi olmalıydı değil mi?
Toplumsal kurtuluş, toplumsal birlikten, huzurdan ve çalışmaktan geçer. Bunun için ülkede hak ve adaletin egemen kılınması gerekir. Ancak o zaman, birlik olur, huzur olur. Ancak o zaman, çalışma arzusu ve ortamı doğar. İnsan böyle dürüst bir ortamda geceleri uzun bulur, bir an önce sabahın ve aydınlığın gelmesini bekler. Umut ve sevinç içinde çalışmaya, üretmeye koşar. Ülkemiz ve insanımız, Dünya’daki her insan gibi, ancak böyle sabahlara kavuştuğunda üretir, yaratır ve yükselir hale gelir. Canla başla, huzurla ve güvenle, kimi vidayı, çeliği, çeşit çeşit madenleri; kimi plastiği, elektriği, elektroniği; kimi kâğıdı, kalemi, her çeşit aleti, aracı, gereci; kimi kimyayı, besini ve diğer ihtiyaç elemanlarını üreten; onları satan, satın alan, başka üretimlerde kullanan; böylece her alanda yepyeni buluşlar, üretimler, değişimler, gelişimler yapan; kazanan ve kazandıran bir toplum haline gelir. Kalkınır, zenginleşir, yükselir, hep birlikte ilerler, çağdaş uygarlığa ulaşır, hatta onu aşar, yeni uygarlıklar yaratır...
Onun için, içimizdeki tembelliği, uyuşukluğu, adaletsizlikleri, haksızlıkları, yanlışları ve tıkanıklıkları, ne yapıp edip aşmamız, yolumuzu açmamız gerekir. Bu bir toplumsal sorumluluk olayıdır. Her yerde, her makamda, insan bu işlevi yerine getirmeli, bu gözlemi yapmalı ve sonuca ulaşmak için önce kendini düzelterek işe başlamalıdır.
Unutmayın, gerilemekte de ilerlemekte de, onursuzluğa düşmekte de, onurumuzu kurtarıp kollamakta da, her birimizin katkıları vardır. Bir kişinin bile, “Bana ne!” veya “Adam sende!” demesi, temiz suyu bulandırır. O nedenle kurtuluşumuz, yine
kendi ellerimizdedir. İnsanlık adına, güzel ne varsa ona inanmak, ona sarılmak, insana yakışan tek yol ve çözümdür. Bütün Dünya insanları için.
Bizim bayrağımızda sevgi vardır. Bizim bayrağımız rengini kanımızdan almıştır. Haksız yere kanımızı döktükleri için kanımızdan almıştır. Bizim kimsenin kanını dökmek gibi bir niyetimiz, arzumuz ve hevesimiz yoktur. O sebeple tüm insanlığa sevgimiz vardır bizim! İnsan hakları bayrağı da, bizim bayrağımızın yanındadır.
Halil İbrahim Yaman
Sevgi Devleti. Sayfa 62-65
http://hayaman4.blogspot.com


Tüm yazarlar için tıklayın

YAZARLAR

Tamamı