ÂŞIK DERTLİ
Dertli, bugün Bolu’nun Yeniçağa ilçesinin sınırları içerisinde kalan Şahnalar Köyü’nde 1772 senesinde dünyaya gelmiştir. Babasının adı Bayrakdar Ali Ağa’dır. Annesi ise Ayşe Hanım’dır. Dertli’nin ailesi civarda Karahüseyinoğulları diye bilinen bir sülaleden gelmektedir. Asıl adı İbrahim’dir. Manzumelerinde Dertli mahlasını kullanmıştır. Bununla beraber gençlik yıllarında kaleme aldığı şiirlerde Lütfî mahlasını da kullanmıştır. Dertli, 1845 senesinde Ankara’da vefat etmiş ve Samanpazarı’na defnedilmiştir. 1950’li yıllarda adına dikilen bir anıtla beraber mezarı Yeniçağa-Şahnalar civarındaki hâkim bir tepeye getirilmiştir.
Şemseddin Kutlu, Dertli üzerine hazırladığı monografide onun düzenli bir tahsil görmediğini ifade eder. Babasının vefatıyla beraber himâyesiz kalan İbrahim, kendisine kalan hatırı sayılır miras ile geçimini temin etme yoluna gitmiştir. Ancak, sağlığında babasına kin güden Halil Ağa adında birinin öfkesini kendisine yöneltmesi neticesinde başı derde girer ve yerini yurdunu terk etmek zorunda kalır. İbrahim bunun neticesinde sefil bir duruma düşmüş ve köyünü bırakıp yakınlardaki Dörtdivan’ın Deveciler Mahallesi’ne gitmek zorunda kalmıştır. Burada Hacı Ömer Ağa’nın himayesine girer. Ancak burada da çok fazla barınamaz ve sonunda İstanbul’a gider. Dertli’nin artık uzun süre devam edecek olan seyahatleri başlamıştır. İstanbul’dan sonra Konya’ya dorğu yola çıkar. Burada Hacı Asım Usta adında birinin kahvehanesine çırak olarak girer. Bu kahvehâne ârif, zarif ve şair kimselerin bir araya geldiği bir mekândır. Dertli, Konya’da geçimi sağlamak için ocakçılık yaptığı bu kahvehânede din, ilim ve sanat adamlarının sohbetlerinden oldukça istifade etmiştir.
Onun bir müddet sonra Halep ve Şam civarına hatta Mısır’a seyahat ettiğini görüyoruz. Bu arada Dertli, Lütfî mahlasıyla âşık tarzında şiirler söylemeye de başlamıştır. Dertli, bu seyahatte Mısır’da karar kılmış ve burada on yıl gibi uzun bir zaman rahat denebilecek bir hayat yaşamıştır. Fakat, sıla hasreti ağır basmış olacak ki, yeniden memleketine dönmek için yollara düşmüştür. Bu yolculukta İsmail adında Arnavut asıllı bir yoldaşı da vardır. Dertli Yeniçağa’ya döner ve burada arta kalan tarlaları İsmail’le beraber ekip biçmeye, nafakalarını çıkarmaya çalışırlar. Bu arada Hafize Hanım adında genç ve dul bir kadınla evlenir. İki oğlu olur. Bunların isimleri Ömer ve Seyyid Ali’dir.
Artık evli barklı, çocuklu biri olmasına rağmen Dertli seyahatlerinden vazgeçemez. Kısa gezintiler hâlinde başlayan bu gezilerden sonra onun uzak diyarlara doğru gittiğini ve nihayet İstanbul’a geldiğini görmekteyiz. Fakat bu sefer tanınmış bir halk âşığıdır. Bu arada İstanbul’da Tavukpazarı’nda bir semâî kahvehânesinde çözmeyi başardığı çok zor muamma onun şöhretinin daha da artmasına yardımcı olur. Bu arada Hüsrev Paşa’nın himayesine de giren Dertli, meşhur fes redifli şiirini bu dönemde kaleme alır. Bundan sonra Bolu’ya, Çağa ayanı olarak gönderildiğini görmekteyiz. Fakat çok geçmeden hakkındaki dedikodular ve şikâyetler çoğalır. Ayanlığı sırasında zimmetine para geçirdiği iddiasıyla takibata uğrar. Ahmet Talat Onay, onun bu hususta haksızlığa uğradığını söylemektedir. Şemseddin Kutlu, Ahmey Talat Onay’dan kendisine intikal eden notlarda yer alan şu satırlara yer vermektedir: “ O devirlerde zaten memurlar, zamanımızdaki usulde devletten maaş almazlardı. Halktan aldıklarıyla ve eşraftan kopardıkları ile geçimlerini temin ederlerdi. Dertli’nin zimmetine geçirdiği söylenen paralardan çoğunu büyük memurlara yedirdiği kanaatindeyim.” (Şemseddin Kutlu, Dertli, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1988, s. 25.)
Görevinden uzaklaştırılan Dertli yine gurbet illere düşer. Yalnız bu sefer sefil ve perişandır. Kendisini himaye eden kimse kalmamıştır. Gittiği yerlerde ise “Kızılbaş” denilerek kovulmaktadır. Beypazarı da bu yerlerden birisidir. Dertli yine yollardadır. Onun, Bilecik-Gölpazarı’nda boğazını kesip intihar etme teşebbüsü de bu zamanlara tesadüf etmektedir. Bu teşebbüste Dertli hayatını kaybetmemiş, ancak ses telleri zarar gördüğü için eskisi gibi çalıp söyleyememiştir. Bu hadiseden sonra Dertli uzak diyarlara pek gitmemiş, ömrünün kalan kısmını Bolu ve Ankara dolaylarında geçirmiştir. Bu arada kendisi Ankara eşrafından Alişan Bey’in himayesine girer. Alişan Bey onu vefatına kadar himaye eder.
Dertli’ye karşı olanlar kadar onu seven ve destekleyenler de vardır. Bunlardan biri Bolu’da bulunan Halvetî şeyhlerinden Şeyh Mustafa Efendi (Mustafa Sâfî-i Âmidî)’dir. Şeyh Mustafa Efendi Dertli’ye şöyle der: “İbrahim Efendi, eğer şu içkiyi bırakacak olursan her gün her saat senin elini öpmeye hazırım.” Dertli ise şöyle cevap verir: “Sen bana bakma gayri efendi hazretleri. Beni artık ancak Cenabı Allah ıslah eder.”
Bolu Defterdarı Hüsnü Efendi, okumaktan ve edebiyattan zevk alan bir kişidir. Dertli’deki cevheri fark eden efendi, onu himaye eder ve Gerede yakınlarındaki Beş Çam mevkiinin bekçiliğini günlük yirmi beş kuruş ücretle kendisine verir. Ancak Dertli burada çok fazla kalamaz. “Ben kapımı örter yatarım, il neme lazım / İl şuglı benim keyfime gâyetle kederdir” diyen âşık bu vazifesini de terk eder. Ancak Alişan Bey’in himayeleri sayesinde bir süre daha rahat eder. Dertli 1845 senesinde Ankara’da vefat eder ve Ankara’da Samanpazarı mevkiinde Koyunpazarı Camii’nin yanına defnedilir. Bir asır sonra naaşı Yeniçağa’da kendisi için yapılan anıt-mezara getirilir. Bu kısımda şu kaynaklardan istifade edilmiştir: (Şemseddin Kutlu, Dertli, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1988; M. Fuad Köprülü, Saz Şairleri I-V, Akçağ Yay., 3. Baskı, Ankara 2004.)
Dertli, 19. Yüzyıl’da yetişen büyük halk şairlerinden birisidir. Şiirleri, özellikle de hece vezniyle söyledikleri çok başarılıdır. Koşma, kalenderî, satranc, taşlama, nefes, gazel, semâî tür ve şekillerinde çok başarılı örnekler vermiştir. Onun şiirlerindeki bazı mısra ve beyitler günümüzde bile atasözü olarak kullanılmaktadır. Aşağıya kaydedeceğimiz iki beyti bu cümledendir:
İkbâle zevâl erse ne var sende kemâl var
Mağrur-ı kemâl olma ki ardınca zevâl var
(…)
Tek başıma olsam şâha gedâya kul olmam
Vîrân olası hânede evlâd ü ıyâl var
(Şemsettin Kutlu (Haz.), Şair Dertli, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1979, s. 116.)
Dertli’nin,
Telli sazdır bunun adı,
Ne ayet dinler ne kadı,
Bunu çalan anlar kendi,
Şeytan bunun neresinde?
Manzumesi çok sevilmiş ve yaşadığı dönemde bile oldukça ünlü olmuştur. Bolu’daki kültür mahfillerinde sürekli okunup söylenmiştir. (Hamdi Birgören, Âşık Dertli Dîvânı, Bolu Valiliği İl Kültür ve Turizm Müd. Yay., Ankara 2016, s. 4.)
Ayrıca bu manzume bazı gruplar tarafından da çeşitli şekillerde seslendirilmektedir.
Dertli tasavvufî şiirler de söyleyen bir halk ozanıdır. Bu şiirlerde kuvvetli söyleyişler yakalayabilmiştir. Onun bu açıdan tasavvufî bir çevreden beslendiği düşünülebilir. Âşık Dertli, birtakım kaynakların ifade ettiğine göre Bektaşi tacı giymiştir. Şiirlerindeki bazı tasavvufî edalar buna bağlanabilir. Şemseddin Kutlu, onun Halvetî tarikatine bağlı bulunduğunu, Sünnî bir çevrede doğup büyüdüğünü ve daha sonra Bektaşî tarikatine girdiğini söylemektedir. Fakat Aşağıdaki şiiri kendisinin Bektaşî olduğuna bir delil olarak gösterilmektedir:
Mürşid-i kâmilden aldık himmeti Bektaşîyiz
Pîr Ocağı’ndan giyindik kisveti Bektaşîyiz
Hacı Bektaş-ı Velî’nin çâkerîyiz çâkeri
Alî’den giydik bu tâc-ı devleti Bektaşîyiz
Ehl-i hâl anlar bizi varsın cihan dahleylesin
Terk-i mahmûb etmeziz hem işreti Bektaşîyiz
Biz harâbat olduk âlemler harâbât olmasın
Sevmeziz biz öyle çok çok zîneti Bektaşîyiz
Dertli’yim her bir tarîka el uzattım yokladım
Bunda buldum türlü hâleti Bektaşîyiz
(M. Fuad Köprülü, Saz Şairleri I-V, Akçağ Yay., 3. Baskı, Ankara 2004, s. 687.)
Dertli, şiirlerinde halk edebiyatının geleneksel konuları üzerinde de durmuş olmakla beraber Alevî-Bektaşi kültürüne yakın söyleyiş ve konuları da yeğlemiştir. Aşağıya aldığımız bent, “Hazret-i Ali Vafında Medhiye” başlığını taşıyan şiirindendir:
Sâkî-i Kevser’dürür Cennet’te Şîr-i Girdigâr
Rahm-i mâderden oluptur Mustafâ’ya yâdigâr
Oldu seyfinden anın dîn-i Muhammed âşikâr
Yâ nice medhetmeyim dünyâ ve ukbâ nâmı var
Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfikâr
Bazı tasavvuf temalı şiirlerinde oldukça başarılı söyleyişler yakalayan Dertli’den bir örnek de aşağıdaki divanıdır:
Kimse bilmezken vücûdum varlığın pinhân idim
Kimseler görmez iken, evvel yine insân idim
Ger sorarsan hâce-i evvel mekânımdan benim
Kâf ü nûn sırrındaki kurb-i azîmüş-şân idim
Çâr anâsır içre şimdi şöyle mahbûs olmuşum
Nûr kandilinde evvel manzar-ı Sübhân idim
Âkibet devrân beni saldı diyâr-ı gurbete
Âh o günler kandedir kim vâsıl-ı cânân idim
Dertliyâ bilmez misin, hükm-i kazâ eyler zuhûr
Hükmüne râm ol deme falân ibni filân idim
(Şemsettin Kutlu (Haz.), Şair Dertli, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1979, s. 105.)
Onun bir devriyesi Dertli’nin sadece halk şairi olarak geçiştirilemeyeceğini göstermektedir:
Hitâb-ı elestte bezm-i ezelde
Sadakatle ikrâr verenlerdeniz
Gönül gezdirmeyiz gayri güzelde
Biz Cemâlullâhı görenlerdeniz
Bir kün emri ile halk oldu dünya
Bu kadar mevcûdât bu kadar eşyâ
Nefahtü min rûhi dedikte Mevlâ
Âdem’in şekline girenlerdeniz
Bir türlü derd ile bezet Dertli’yi
Gerek kısalt gerek uzat Dertli’yi
Bâb-ı velâyetde gözet Dertli’yi
Yabancı değiliz erenlerdeniz
(Şemsettin Kutlu (Haz.), Şair Dertli, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1979, s. 149)
Âşık Dertli, hayatı hakkında verilen bilgilere göre badeli bir âşıktır. Bâde halk âşıklarının rüyada bâde içmeleri, bunun üzerine söze ve saza başlamalarını ifade eder. Dertli’nin âşıklığı anlatıldığına göre Konya’da bulunduğu bir sırada, bir kahvehanede çalışırken gezgin bir dervişin elinden içtiği “su” ile olur. Dertli, bundan sonra sürekli yolculuğa çıkmış ve seyahatleri boyunca yerinden yurdundan yıllarca uzak kalmıştır. Bir süre sonra evlenip çoluk çocuk sahibi olmak da onu gezgincilikten vazgeçirememiştir. Hayatından anladığımıza göre onun bundan sonra, kısa süren fasılalarla başlayıp uzun seyahatlere dönen yolculuklarının temelinde içine sığmayan yaratılışı gelmektedir. Onun bu gezilerinden ve her defasında arası biraz daha açılan evden ayrılışlarından eşi de yakınmaktadır. Aşağıdaki dörtlük belki de bu hâli ifade eder:
Dertli seril seril gurbet illerde
Beyhude şöhreti gezer dillerde
Yârim gelir deyü gözü yollarda
Elleri kınalı gözü yaşlı yâr
(Şemsettin Kutlu (Haz.), Şair Dertli, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1979, s. 13-16.)
Fuat Köprülü, Dertli’nin Âşık Figânî, Âşık Meydânî ve Mudurnulu Âşık Emin gibi çıraklar yetiştirdiğini de kaydetmektedir. (M. Fuad Köprülü, Saz Şairleri I-V, Akçağ Yay., 3. Baskı, Ankara 2004, s. 686.)
Bu durum Âşık Dertli’nin Türk Halk Şiiri içerisinde ne kadar etkili bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak Dertli hem şiirleri hem de yetiştirdiği çıraklarıyla edebiyatımızda oldukça etkili olmuş bir isimdir. Yasin ŞEN
Dörtdivan ÇPAL
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni