4.06.2025 09:47:47
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21
Zekeriyya ULUDAĞ
1 Haziran 2025 Pazar

KALKINMANIN YOLU VE HUZURUN MEKÂNI KÖY

KALKINMANIN YOLU VE
HUZURUN MEKÂNI KÖY

Prof. Dr. Zekeriyya Uludağ
Ülkemiz Batı modernleşmesini ve sanayileşmesini ortalama üç yüz yıl geriden takip etmiştir. Batı, medeniyetini oluştururken daima tabandan başlamış piramidin tepesine doğru çıkmıştır. Dolayısıyla kalkınma temelleri sağlam atılmış, bilgi tabandan tavana doğru gelişmiştir.

Bizde ise ıslahatlar, inkılaplar ve reformlar daima tepeden yani devlet eliyle yapılmış dolayısıyla çoğu zaman toplumda aksülamel bulmamıştır. Mesela çeşitli sebepler dolayısıyla bilginin yaygınlaştırılmasında en önemli araç olan matbaa dahi XVIII. Yüzyılın ortalarında bazı çekincelerle ülkemize girebilmiştir. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının bitimi ve dünya devleti olan Osmanlının yıkılıp yerine Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile Batı kalkınma trenine adeta son vagonda binme imkânına kavuşabildik. Sanayileşmeyi başaramayan bir toplum olarak sanayi sonrası dönemi yaşamaya başladık. Başlangıçta halkın büyük bir kısmı köylerde meskûn iken, son elli yıl içinde daha iyi hayat şartları elde etmek için köylerden şehirlere düzensiz bir göç dalgası yaşadık. Köyler boşaldı, şehirler bir taraftan kozmopolitleşirken diğer taraftan yeni kenar mahalleler yani varoşlar hatta gettolar oluşturuldu.

Köylerde kendi tarlasını ekip biçerek üretim yaparken, şehirde başkalarına işçilik yaparak hizmet sektöründe yer aldılar. Ve bunu da şehirli olmakla ifade ettiler. Köyler boşaldı, ekip biçilen tarım arazileri mahzun kaldı. Hatta yeni nesiller kendi mülklerini dahi bilemez oldular. Nüfus artış hızı düştü. Eskiden her köyde bir okul varken okullar öğrencisiz kaldı. Taşımalı sistem diye yeni bir süreçle karşılaştık. Kalkınma köyden başlar düşüncesi yerini köksüz ve kültürsüz şehirli kalkınma modeline dönüştü. Türk toplumu binlerce yıldır yaşatarak getirdiği değerlerini kapitalizme kurban etti.

Teknoloji ve hızlı üretimin ortaya çıkardığı sonuç insan sağlığını tehdit etmeye başladığı zaman organik ürün aklımıza geldi. Şehirlerin gürültüsü tabiatın doğallığını yaşatan köyümüzü aklımıza getirdi. Huzursuzluğun içinde huzur arayanlar ata toprağına gözünü dikmeye başladı. Ancak bizde alışkanlık yapan bireysellikten, menfaatperestlikten, kişiler üstünden geçinmekten vaz geçemediğimiz gibi hâsılı bizi biz yapan değerlerimize sürekli bigâne kaldık. Vatana hizmet borcunu dahi vicdani ret kavramıyla açıklayanlar kendi topraklarına hizmeti burjuva-sınıf çatışmasına benzettiler.

Devlet-özel sektör-sivil toplum kuruluşları bir araya gelerek özellikle köy kalkınması konusunda kafa yormaları gerekirken siyasi mülahazalar, ikbal peşinde koşanlar, hasetler, v.s konularında çatıştıklarından çatal kazık toprağa girmez misali hiçbir işi ortak tamamlayamamaktadırlar. Hâlbuki kalkınmak, müreffeh ve huzurlu bir toplumda yaşamak asla tek bir kişinin veya kurumun eliyle mümkün değildir. Bu ortaklaşa bir hayatın kaderde, kederde ve sevinçte birleşen gönüllerin dünyasıdır. Bir misal: İslam’dan önce Arap toplumlarında kabilelerin hükümleri geçmektedir. Ya da her kabile kendi sözünün geçmesini istemektedir. Yer Mekke. Beytullah yani Kâbe çeşitli sebeplerden dolayı hasar görmüştür. Ve tamir edilmesi gerekmektedir. Tamirat başlar. İş Hacer-i Esved’i yerine koymaya gelir. Ve tartışma başlar. Anlaşamazlar. Sonunda bir karar verirler. Kâbe’ye ilk gelecek olanın sözünü dinleyeceklerdir. Tam bu esnada Hz. Muhammed gelir. Ona herkes güvenmektedir. Çünkü O Muhammedü’l-Emin’dir. Durumu anlatırlar. O da bir bez parçası bulur. Hacer-i Esved’i beze koyar, kabile ileri gelenlerine bezin kenarından tutmalarını ve kaldırmalarını söyler. Yeteri mesafeye kaldırdıklarında taşı alır elleriyle yerine koyar. Mesele kapanmıştır.

Şunu kabul edelim köyleri mahzun olan ülkenin şehirleri mutlu değildir ve olmayacaktır. Köylü milletin efendisidir diyen büyük kumandan yanılmamıştır. Ancak uygulanan yanlış siyasi yöntemler yüzünden köylü daima ezilen ve sömürülen olmuştur. Aç olan rızkını kazanmak isteyen elbette istenmeyen yollara başvuracaktır. Köyleri kalkındırmanın yolu öncelikle bize ait olan diğerkâmlık, fedakârlık, feragat, vefa, hoşgörü, adalet, merhamet ve diğerleri gibi değerlerimizi yeniden hatırlamakla mümkün olacaktır. Köylerimiz gitmesek de orada yaşamasak da o topraklar bizimdir. Ata yurdumuzdur. Son nefesimizi verdiğimizde bizi bağrına basacak olan topraklarımızdır. Kamuya ait alanlara, çeşmelerine, mezarlıklarına köprülerine sahip olamadığımız ve gerekli ihtimamı gösteremediğimiz yerler bize ait değildir. Ve onlar üzerinden hak iddia etmek yanlıştır. Bu saydığımız yerler ülkemizin tapu senetleridir. Kendi toprağına sahip çıkmayan topluluklar oralardan istifade etme hakkı ileri süremezler. Bu görevler çoğu zaman kamu yönetimlerine ait iken diğer taraftan ona yardımcı olan özel teşebbüs ve sivil toplum kuruluşlarınındır.

Ortak iş yapma konusunda biz Türklerden daha zeki ve çalışkan bir millet yoktur. Kültürümüzde işbirliğine dayalı çalışma ve imece gibi kavramlar vardır ve sadece bize aittir. Toplum yukarıda saydığım değerlere ilave olarak bu unutulan ama biraz gayretle fonksiyonel hale getirilecek olan yöntemlerle köy adına bir şeyler yapılabilir. Yeter ki niyet halis olsun.

Medeniyetlerin temelleri her toplumda daima bilgi ile atılmıştır. Bilgiye dayanmayan toplum medeniyet kurma azminde ve kararında değildir. Öncelikle Devletin kontrolünde olan eğitim yuvaları özel sektör ve sivil toplum kuruluşları ile desteklenmeli, okul ile toplum arasındaki ilişki koparılmadan devam ettirilmelidir. Bilgiye sahip olmayan ister köylü ister şehirli olsun cebi de demet demet para ile dolsun oradan asla yeni insan çıkmayacak yeni bir medeniyet doğmayacaktır. Köy ve şehir kalkınması öncelikle köyde tarım, şehirde sanayi ile olacaksa bile bilgi üzerine inşa edilmelidir. Bilgi üretme gücü olmayan toplumların çorbada tuzu olmayacaktır. Hangi bölgede ve toprakta yaşarsa yaşasın zorunlu eğitimi % 85 lere çıkaramayan toplumlar köle ruhlu olacaklardır. Bilgi ve eleştiri sonunda analiz ve sentez ancak bu şekilde geliştirilebilir.

Köy kalkınma modellerine öncülük yapacak olanlar fedâkârane çalışarak gönüller fethedeceklerdir. “Ben gelmedim dâvi içün, Benim işim sevi içün, Dostun evi gönüllerdir, Gönüller yapmaya geldim.” Diyen Yunus bir çıkar gözetmeksizin gönüller dostu olmuştur. Osmanlı tarihte bellerinde tahta kılıçları taşıyan Alp Erenlerle üç kıtaya hükmetmiştir. Cennetin kapısını zenginler açacaktır diyor bir hadiste, Peygamber. Öyleyse özel sektör devletin verdiği imkânları bölgesinin canlandırmasına kullanacak sivil toplum kuruluşları da bir karşılık beklemeksizin kendi insanı için çalışmalıdır. Her köy kalkınmasını sağlamak için kendi bölgesine ve insanına sahip çıkmalıdır. Mesela Tarım ve hayvancılık, alt yapı çalışmaları ulaşım, iletişim, eğitim sağlık, enerji, su, kırsal turizm, el sanatları, festivaller, genç çiftçi projeleri ile köy nüfusunun artırılmasına yönelik çalışmalar, kadın kooperatifleri, hibe ve destek programları ve organik tarım daha burada sayamayacağımız kadar yeni projeler devlet-özel sektör-sivil toplum kuruluşları eliyle başarılabilir. Bu konuda her vatandaş elini taşın altına koymalıdır.

Ne mutlu onlara ki; çıkarsız bir dünyada kendi insanına hizmet ederler ve gönüller inşa ederek yeni ufuklara yol alırlar hatta bu uğurda çalışanları desteklerler.


Tüm yazarlar için tıklayın

YAZARLAR

Tamamı