Kara önlüklerle mavi düşlere yolculuğa çıkanlardık. Kara lastikle toz pembe hayaller kuranlardık biz.
Köy öğretmenlerinin zor şartlarda hayata hazırladığı öğrencilerdik. Çoğu tek katlı kireçle boyanmış köy okullarında açtık gözümüzü. Gazete kağıdı ve çimento torbalarıyla kapladık defterlerimizi.
Kış günlerinde sırtımızda taşıdığımız odunlarla yaktığımız sobayla ısıtırdık küçücük bedenlerimizi. Gönlümüz o kadar genişti ki dünyanın bütün çocuklarıyla kardeştik biz.
Elektriklerin sık sık kesilmesi, yaramaz arkadaşlarımız için bahaneydi ödevlerden kurtulmak için. Sorumluluk sahibi olanlarımız gaz lambasının titreyen ışığında yapardı ödevlerini.
Baharı dört gözle beklerdik kışın yorduğu yüreklerimizle. Komşu köylerin okullarına giderdik. Ya da onlar bizim köye gelirdi. En önde Türk Bayrağı ve ardından ip gibi sıralanmış; kara lastikli, kara önlüklü çocuklar. Yanlarında takım elbiseli ve kravatlı öğretmenler yürürdü savaş kazanmış birer komutan gibi.
Kıyafetlerimiz renksizdi, telefonumuz, bilgisayarımız, kaloriferli okulumuz, servisimiz, hizmetlimiz yoktu. Beslenme çantamız yoktu ama karnımız hep toktu.
Yoklarımız çoktu belki. Ama neşemiz vardı, huzurumuz, sağlığımız vardı. Sevdiklerimiz vardı, sevenlerimiz vardı karşılıksız. Bir de en önemlisi toz pembe hayallerimiz vardı bugüne dair. Ve o hayallerimizi büyüten, şehir çocuklarıyla girdiğimiz zorlu sınavlarda bizi öne getiren öğretmenlerimiz vardı: Köy öğretmenleri...Hepsine sonsuz selam, sonsuz şükran. İyi ki vardılar, iyi ki bizi okuttular. Yoksa biz kaybolurduk karanlık bulvarlarda. Kaybolurduk çünkü biz, kara önlüklü, kara lastikli KÖY ÇOCUKLARI'ydık.
Ahmet KOÇAK