Yerli Aşımız Turkovac’ı Geliştiren Prof. Dr. Özdarendeli, BAİBÜ’ye Konuk Oldu
BAİBÜ Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Rektörlüğü koordinasyonunda, Tıp Fakültesi ve Kritik ve Analitik Düşünce Topluluğu paydaşlığında düzenlenen “Covid-19 Aşısında Milli Adım” başlıkla konferansa, yerli aşımız TURCOVAC’ı geliştiren Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aykut Özdarendeli konuk olarak katıldı.
İzzet Baysal Kültür Merkezi Mavi Salonda düzenlenen konferansa, Bolu Cumhuriyet Başsavcısı Ahmet Bektaş, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Alişarlı, Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Aydın Him ve Prof. Dr. Samettin Gündüz, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muhammet Güzel Kurtoğlu, Genel Sekreter İhsan Ağcan, konferans koordinatörü Doç. Dr. Akif Hakan Kurt, il müdürleri, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.
Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’nın okunmasıyla başlayan programda, TRT Belgesel tarafından hazırlanan ve milli aşımız Turkovac’ı anlatan belgeselden fragman yayımlandı. Programın açılış konuşmasını yapan Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muhammet Güzel Kurtoğlu, koronavirüs pandemisinin, ülkemizdeki aşı çalışmalarını hızlandırdığına dikkat çekerek, “Bilim insanlarımız, ülkemizin ve Sağlık Bakanlığı’nın desteğiyle, bu krizi fırsata çevirerek koronavirüs aşı çalışması yürütmeye başladı. Aşı çalışmalarından ilki olan Turkovac aşısını, hastanelerimizde vatandaşlarımıza uygulamaktan onur ve gurur duyduk. Üniversitemiz Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’nda koronavirüs laboratuvarında çalıştık. Dün itibariyle aldığım verilere göre, 482 bin 500 civarında test çalışması yapmışız. 3 vardiya şeklinde çalışan personelimizin özverisi ve Sağlık Müdürlüğümüzün desteğiyle bu çalışmalarımızı başarıyla yürüttük.” dedi.
“Dünyada Aşı Üreten İlk Ülkelerden Biriyiz.”
Açılış konuşmasının ardından, yerli aşımız Turkovac’ı geliştiren ekibin başındaki isimlerden biri olan Prof. Dr. Aykut Özdarendeli, Covid-19 aşısını bulabilen 9 ülkeden biri olan Türkiye’deki yerli aşı çalışmaları hakkında bilgi verdi. 1700’lü yıllardan itibaren çiçek ve kuduz aşısı başta olmak üzere ülkemizdeki aşı çalışmaları hakkında bilgi veren Prof. Dr. Özdarendeli, özetle “Dünyada aşı üreten ilk ülkelerden biriyiz. Ülkemiz birçok aşı üretebilecek potansiyele sahip. Ancak en son beşeri aşıyı, 1997 yılında BCG aşısı olarak üretmişiz. Bundan sonra ülkemiz maalesef beşeri aşı anlamında üretimi bırakmış ve en önemlisi bu anlamdaki hafızayı yok etmiş. Yetişmiş insan gücü çok önemlidir. Eğer yetişmiş insan gücünüz yoksa, istediğiniz kadar bu konuyla ilgili bütçeniz ya da imkanlarınız olsun; hiçbir şey yapamazsınız. 1997’de aşı üretiminin bitmesiyle en büyük kaybımız, bu alanda yetişmiş insanların yavaş yavaş işlerini bırakmaları olmuş.” diye konuştu.
“Aşının Ne Kadar Stratejik Olduğunu Bugün Artık Çok Net Biliyoruz.”
Bunun iki temel gerekçesi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Özdarendeli, özetle “İlki, kâr zarar hesabı ama aslında aşının ne kadar stratejik olduğunu, bugün artık çok net biliyoruz. Bir diğeri de, aşı üretmiyorsanız mutlaka gelişen teknolojilere ayak uydurmanız lazım. 90’lar diyoruz ama 80’li yılların ortalarından itibaren ülkemiz maalesef beşeri aşı konusunda, teknolojilere ayak uydurma noktasında birtakım sıkıntılar yaşamış. Özellikle 2004-2005’li yıllardan sonra ise, üretim bazında olmasa da, ülkemizin çeşitli kuruluşları, gerek Sağlık Bakanlığı olsun, gerek TÜBİTAK olsun aşı geliştirilmesiyle ilgili birtakım projelerin desteklenmesi ve bu tür stratejik alanlarla ilgili projelerin yapılması, master ve doktora öğrencilerinin bu projelerde yetişmesi çalışmalarını destekleyerek, aradaki boşluğu tamamlamaya başlamış.” yorumunda bulundu.
“2000’li Yıllarda Ortaya Çıkan Yeni Virüs ve Hastalıklar,
Çok Büyük Bir Pandeminin Ayak Sesi Gibiydi”
20’nci yüzyılda ortaya çıkmış pandemiler hakkında bilgi veren Prof. Dr. Özdarendeli, özetle “2000’li yıllara geldiğimizde ise, dünyadaki değişimleri hepimiz biliyoruz. Ekolojik dengeler, iklim değişiklikleri gibi. 2000’li yıllarla birlikte birtakım yeni virüsler ortaya çıkmaya başladı. Bunun önemli sebebi, insanlar ile vahşi yaşam arasındaki dengelerin bozulması. Bu noktada yeni virüslerin, buna bağlı olarak yeni hastalıkların ortaya çıktığını görmekteyiz. Örneğin bunu 2003 yılında yine bir koronavirüs olan SARS-CoV ile gördük. Uzakdoğu Asya ülkelerinde, Çin’de başladı ve bereket versin sadece bölgeyle sınırlı kaldı. İlk kez karşılaşılan bir hastalıktı. 2009 yılına baktığımız zaman, domuz gribi salgını söz konusuydu. Dünya Sağlık Örgütü’nün alarmda olduğu ve birçok ülkenin aşı ürettiği bir dönemdi. 2012’de çok büyük olmasa da yine bir koronavirüs salgını MERS virüsünü görüyoruz. 2003’teki gibi yine bir koronavirüstü bu. Orta Doğu’da ortaya çıktı; develerden insanlara geçen yine zoolotik bir virüs. 2014-2016 yılları arasında yine önemli bir salgın var. EBOLA salgını bu. Afrika kıtasına özgü bir hastalık bu. İnfekte olan insanların yüzde 70-80’inin öldüğü bir hastalık. Bunları şu nedenle söylüyorum. 2000’li yıllarda ortaya çıkan yeni virüs ve hastalıklar, bir şekilde çok büyük pandeminin bir ayak sesi gibiydi. O yüzden 2019 yılının sonunda çıkan Covid-19, çok sürpriz değildi. Diğer salgınlar gibi belirli bir bölgede sınırlı kalabilir şeklindeki görüş hakimdi ama öyle olmadı.” ifadelerinin kullandı.
“Yeni Virüsler, İnsanlar ve Vahşi Hayvanlar Arasındaki Etkileşimden Dolayı Genellikle Belli Coğrafyalarda Çıkıyor.”
Covid-19 pandemisinin ortaya çıkışı hakkında bilgi vererek konuşmasını sürdüren Prof. Dr. Özdarendeli, özetle “7 Ocak 2020’de virüs kimliklendiriliyor, izole ediliyor, tüm genomu diziliyor ve yeni bir koronavirüs olduğu ortaya çıkıyor. SARS-CoV 2 olarak isimlendiriliyor. Bu yeni salgınlara baktığınız zaman, bunların genellikle belli coğrafyalardan çıktığını söylemek mümkün. Özellikle Afrika kıtasında ve Uzakdoğu Asya ülkelerinden bu tür hastalıkların çıktığını biliyoruz. İnsanlar ile doğa ve vahşi hayvanlar arasındaki etkileşimden ve alışılmadık birtakım yemek kültürlerinden dolayı bu hastalığın çıktığını biliyoruz. Covid-19 da, hepimizin bildiği gibi önce bir hayvan pazarından insanlara bulaştı. Çin’de de tabii ilginç bir yemek kültürü var ve yarasadan kurbağaya birçok şeyi yiyorlar. Buralarda ilk salgın başlıyor. İlk importe vakanın ise Tayland’da karşımıza çıkmasından sonra, ciddi bir şekilde yayılım söz konusu oluyor.” diye konuştu.
“Viral Enfeksiyonların Tedavisi Yok; En Önemli Silahımız Aşı.”
Viral enfeksiyonlarda bir tedavinin olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Özdarendeli, “Destek tedavisi veriyorsunuz ya da antiviraller veriliyor. Antivirallerin bir çoğu belirli şekilde virüs üremesini kısıtlıyor ama yüzde 100 iyileşmeyle sonuçlanan bir tedavileri maalesef yok. Viral enfeksiyonlarda bizim en önemli silahımız aşılar ya da korunma. Salgın ve pandemilere baktığınızda, birçoğu viral kaynaklı. O nedenle bu tür salgın ve pandemilerde koruyuculuk açısından aşı üretme teknolojisine sahip olmak ve aşı üretmek çok önemli. Aşı üretimi ve aşının bir noktaya getirilip insanlara uygulanabilmesi için geçen süre, Covid-19 pandemisi öncesi ortalama 6-8 yıl, bazı durumlarda 10-15 yıla kadar çıkabiliyordu.”
“Acil Durumlarda, Faz Çalışmalarını ve Preklinik Çalışmaları Eş Zamanlı Yapabiliyorsunuz.”
Aşı geliştirmede klinik öncesi çalışmalar, klinik araştırmalar ve ruhsat sonrası çalışmalar hakkında ayrıntılı bilgi veren Prof. Dr. Özdarendeli, özetle şunları anlattı: “Gönüllü insanlarda uygulama yapılan faz çalışmaları öncesinde klinik çalışmalar yapmanız gerekiyor. Bunlar da başarılı olamazsanız zaten faz çalışmalarına geçemiyorsunuz. Bunlar zaman alan, meşakkatli süreçler aslında. Soru şuydu: Covid-19 pandemisine karşı, aralarında 2 Türk bilim insanının da olduğu akademisyenler tarafından üretilen aşılar, nasıl oldu da pandemiden sonra 1 yıl içerisinde insanlarda uygulanmaya başladı? Çünkü, Dünya Sağlık Örgütü bu tür durumlarda fayda zarar hesabı yapıyor. Eğer birtakım noktalarda faydası daha fazlaysa, güvenlik ve kalite kontrolünden taviz vermeden eş zamanlı deneyleri gerçekleştirebiliyorsunuz. Eş zamanlı faz çalışmalarını ve preklinik çalışmalarını yapabiliyorsunuz. Bu çalışmaların hepsi Dünya Sağlık Örgütü’nün kuralları çerçevesinde yapılıyor. Pandemi ortaya çıktığında dünya, Covid-19 aşı geliştirme platformlarını çok hızlı bir şekilde adapte edip, üretim yoluna gitti. O yüzden temel bilimlere yapılan yatırımlar, böylesi durumlarda ürün olarak karşımıza çıkıyor. Bu anlamda temel bilimlerin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor aslında.”
“mRNA Aşıları, İlk Kez İnsanlarda Yaygın Olarak Kullanıldı.”
Aşı platformları hakkında bilgi vererek konuşmasını sürdüren Prof. Dr. Özdarendeli, özetle “Bu pandemide, mRNA aşıları ve adenovektör temelli aşılar, ilk kez insanlarda yaygın olarak kullanıldı. Sadece adenovektör temelli aşının, EBOLA’ya kaşı geliştirilmiş bir aşısı vardı ve bu bölgedeki insanlara uygulanmıştı. Ama mRNA aşıları, kısaca RNA aşıları diyelim, ilk kez infeksiyon hastalıkları anlamında hayatımıza girdi. Aslında RNA aşılarının çok ciddi bir geçmişi var. Bunlar, 1990’lı yıllardan beri özellikle kanser aşılarının tedavisinde kullanılmak üzere tasarlanmış bir platformdur. Ama böyle bir pandemi ortaya çıktığında, işte siz o platformu, o teknolojiiyi böyle bir pandemiye uyarlayıp çok hızlı bir şekilde uygulamaya koyabiliyorsunuz. Yine adenovektör temelli aşılar bu pandemi de ön sıraya çıktılar. Bunlarla ilgili uzun vadeli yan etkileri çalışmaları devam ediyor. Şu ana kadar önemli bir sıkıntı ortaya çıkmadığını da biliyoruz.” dedi.
“Nisan 2020’de Virüsün Tam Büyüklükteki Genomunu Ortaya Çıkardık.”
Erciyes Üniversitesi’nde yapılan Turkovac çalışmaları hakkında bilgi veren Prof. Dr. Özdarendeli, özetle şunları kaydetti: “Ülkemizdeki ilk konfirme vakanın 11 Mart 2020 tarihinde ortaya çıktığını biliyoruz. Dünya Sağlık Örgütü’nün Covid-19’u pandemi ilan ettiği tarih bu aynı zamanda. Erciyes Üniversitesi Aşı Araştırma ve Geliştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi ve İyi Klinik Uygulamalar Merkezi, Faz 1, Faz 2 ve Faz 3 çalışmalarının yapıldığı bir merkez. Biz 11 Mart’ta ilk vaka çıktıktan sonra, acil durum vaziyeti alıp, Rektörlüğün de desteğiyle çalışmalara başlamıştık. Virüsün ilk izolasyonu da yaklaşık 2 hafta sonra oldu. Kayseri Şehir Hastanesi’ndeki bir vakadan izole edildi. 2020 Nisan ayında, bu virüsün tam büyüklükteki genomunu ortaya çıkardık. Bize resmi olarak Ar-Ge daveti de geldi tabii ki. 1 Haziran 2020 tarihinde proje kabul edildi ve çalışmalar bu şekilde başlamış oldu. Viral aşı çalışmalarına tabii hemen başlayamıyorsunuz. Virüsün stresini, nasıl bir virüs olduğunu bilmeniz lazım, virüsü karakterize etmeniz lazım. Biz de hızlı bir şekilde bunları yapmaya çalıştık. İnfeksiyonlu hastada virüs 6’ncı saatte üremeye başlıyor ve ilerleyen saatlerde çok daha hızlanıyor. Mayıs ayında preklinik çalışmalara başladık. Buradaki ilk şey, aşı adayınız olan deney hayvanlarında immün yanıt veriyor mu, vermiyor mu sorusunun cevabını aramaktı. Yani klinik çalışmalara geçmeden önce, hayvanlarda aşı adayınızın koruyuculuğunun ortaya çıkarılması gerekiyor. Aşının koruyuculuğunu ortaya çıkarmak için bir hayvan modelinin olması gerek. Bu amaçla, transgenik fareler temin edildi. 2020 Ağustos ayında, transgenik farelerde aşının koruyuculuğu ile ilgili çalışmalar yaptık. Temel nokta, bir gruba aşı veriyorsunuz; bir gruba vermiyorsunuz. Aşı verdiğiniz ve vermediğiniz gruba virüs veriyorsunuz. Beklenilen sonuç, aşı verilen gruptaki hayvanların yaşaması, aşı verilmeyen gruptaki hayvanların ölmesi. Örneğin aşı verdiğiniz 10 fareden 8’i yaşadı. Bu aşının koruyucu etkinliği yüzde 80; bunu ortaya çıkarmanız lazım. Bu çalışmalarda aşılanmış transgenik farelerin yaşadığını gördük. Kilo kaybı gibi çok az semptom gösterdiler hatta hiç göstermediler. Aşılanmamış gruptaki farelerin yüzde 100’ünün öldüğünü gördük. Bu önemli. Feret modeli ile çalışıldı. Temel soru burada, aşı etkinliğinden ziyade çok yüksek dozlarda aşı antijeni verdiğiniz zaman hayvanlarda toksik etki var mı? Bunu araştırmanız gerekiyor. Bütün bu veriler bir araya getirilip Sağlık Bakanlığı’na Faz 1 çalışmaları ile ilgili başvuru yapıldı. Toplam 44 gönüllü bu çalışmaya katıldı. Aşı adayı, herhangi bir şekilde aşıya bağlı yan etki yapıyor mu? sorusunun cevabını aradık. Aşı, ilaç gibi değildir. Hem üretimi hem de uygulanması, ilk verilerin elde edilmesi zor bir iştir. Çünkü direkt olarak sağlıklı insanlara veriyorsunuz. O yüzden proseslerin başından sonuna hiçbir şekilde hata yapma şansınız söz konusu değildir.”
Faz 1, Faz 2 ve Faz 3 çalışmaları hakkında da ayrıntılı bilgi veren Prof. Dr. Özdarendeli, özetle “Turkovac ve Sinovac aşılarıyla yapılan çalışmalarda, iki aşıda da hastaneye ya da yoğun bakıma yatış ve ölümle sonuçlanan bir vaka yok. Bunlar çok sevindirici sonuçlar. Çünkü artık gerçek yaşam verilerini açıklıyorsunuz. Kasım 2021’de preklinik çalışmalardan Faz 3 çalışmalarına kadar bütün sonuçlar ve üretim prosesleri ile birlikte, acil kullanım için başvuru yapıldı. 25 Aralık 2021 tarihinde, acil kullanım onayı alındı. Faz 3 çalışmaları sırasında aşının seri üretimi ile ilgili çalışmalar devam ediyordu. Ocak ayında ilk seri üretimler tamamlandı. Şu anda ayda 3 milyon doz Covid 19 Turkovac aşısı üretebilir hale geldik.” dedi.
Prof. Dr. Aykut Özdarendeli’ye Teşekkür Belgesi
Soru cevap bölümünün ardından Prof. Dr. Aykut Özdarendeli’ye Rektör Prof. Dr. Mustafa Alişarlı tarafından teşekkür belgesi takdim edildi. Doç. Dr. Akif Hakan Kurt ise konuk akademisyene çiçek takdim etti. Konferans, toplu fotoğraf çekiminin ardından sona erdi.
(
Kaynak: BAİBÜ Haber ve Fotoğraflar)