24.11.2024 08:57:50
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21
Yasin ŞEN
14 Mayıs 2022 Cumartesi

AKŞEMSEDDİN'İN OĞLU HAMDULLAH HAMDİ ÇELEBİ

AKŞEMSEDDİN’İN OĞLU
HAMDULLAH HAMDİ ÇELEBİ

Mehmed Hamdullah Hamdi, Akşemseddin’in en küçük oğludur ve 1449’da Göynük’te dünyaya gelmiş ve burada tahsil görmüştür. 1503 veya 1509 senesinde yine burada vefat etmiştir. Hamdullah Hamdî’nin babasının vefatı sırasında on yaşlarında olduğu anlaşılıyor.

Hamdullah Hamdi, Türk Edebiyatında Yusuf u Züleyha mesnevisiyle tanınmıştır. Hamdullah Hamdi, Yûsuf u Züleyha’da babası Akşemseddin hazretlerinden şöyle bahsetmektedir:

Kâmil oldur ki mevte kâdir olur
Ancılayın kimesne nâdir olur

Diri sanırsın anı ölmüşdür
Cânına cismi merkad olmuştur

Cesed ü cism ü rûh-ı vuslat-ı beyn
Olur ehl-i bekâya sûret-i ayn

Hamdî ehl-i bekâya yâd eyle
Hatırın yâdı ile şâd eyle

Bülbül-i bûsitan-ı fakr ü fenâ
Şâhbâz-ı şikâ-ı ehl-i bekâ

A‘nî nûr-ı beyaz-u maşrık-ı dîn
Kutb-ı irşâd Şeyh Şemseddin

Tıfl-ı ferzend idim ana bu fakîr
Olmuş idi za‘îf Hazret-i Pîr

Bana eylerdi şefkat ile nazar
Dir idi olmasa bu oğlum eğer

Giderdim bu dâr-ı mihnetden
Derd, gamdan, belâ-yı rikkatden

Çünki itdi vefât Hazret-i Pîr
İtdiler didiyse bî-taksîr

Gitdi ol gamda, ben mukîm oldum
Cevrden süfte-dil yetîm oldum

(Hamdî, Yûsuf u Züleyhâ, Akçağ Yay., Haz.: Naci Onur, Ankara 1991, s. 48-49.)

Evliya Çelebi, babası Akşemseddin’in oğlu Hamdî daha doğmadan onun âlim, şair olacağını dair keşifte bulunduğunu Seyahatname’de kaydeder.

Babasının vefatından sonra oldukça müşkül bir vaziyette kalan Hamdi, buna rağmen çok iyi bir tahsil görmüştür. Heyet, nücûm, mûsıkî, hat, edebiyat gibi alanlarda adından saygıyla söz ettiren bir şahsiyet olmuştur. Şemseddin Sâmî, onun herhangi bir devlet mansıbına meyletmediğini söylemektedir. (Hamdî, Yûsuf u Züleyhâ, Akçağ Yay., Haz.: Naci Onur, Ankara 1991, s. 14-15.)

Hamdullah Hamdi Çelebi, hayatında birçok müşkülatla karşılaşmıştır. Yûsuf u Züleyha’da da bazı mısralarıyla hayatında yaşadığı zorluklara işaret etmiştir. Eserini Sultan II. Bâyezıd’a takdim eden Hamdullah Çelebi, bunu yazıp satarak maişetini temin etmeye çalışmıştır. Leylâ ile Mecnûn, Tuhfetü’l-Uşşâk, Kıyâfetnâme, Muhammediye, Mevlid-i Nebevî diğer önemli eserleridir. Kendisinin babasından Bayramî erkânını tahsil ettiği anlaşılmaktadır.( Hamdi Birgören(Haz.), Müstakil Bolu Sancağı Salnâmesi Hicrî 1334 Milâdî 1916, Bolu Araştırmaları Merkezi Yay., Bolu 2008, s. 86-89.)

Hamdullah Hamdî, hayatının sonlarına doğru Bursa’da Çelebi Mehmed Medresesinde müderris olarak vazife yapmış, burada Molla Hayâlî ile ilmî sohbetlerde bulunmuştur. Daha sonra bilinmeyen bir sebepten ötürü uzleti seçmiş ve Göynük’e çekilmiştir. Menâkıb-ı Akşemseddin müellifi Göynüklü Hüseyin Enisî, Hamdî’nin gördüğü bir rüya üzerine uzleti tercih ettiği söylemektedir. Buna göre rüyada kendisine zâhirî ilimleri terk etmesi, Kayseri’de bulunan babasının halifelerinden İbrahim Tennûrî’ye intisap etmesi gerektiği söylenmiştir. Seyr u sülûkunu tamamladıktan sonra Hamdî, Göynük’e çekilmiş ve burada vefat etmiştir. (Hamdî, Yûsuf u Züleyhâ, Akçağ Yay., Haz.: Naci Onur, Ankara 1991, s. 15.)

Kabri babasının yakınındadır.

Akşemseddin hazretlerinin vefatından Hamdi, sonra pek çok sıkıntı çekmiş ve bu durum da şiirlerine yansımıştır. Onun aşağıdaki gazeli herhalde böyle bir ruh hâlini yansıtmaktadır:

Cânumun gitdi hayâtı yüzüni görmeyicek
Kalmadı tende sebâtı yüzüni görmeyicek

Ko beni gark olayın gözyaşı deryâlarına
Niderem fülk-i necâtı yüzüni görmeyicek

Kerem id ‘âleme rahm eyle sefer eyleme kim
Yakaram cümle cihâtı yüzüni görmeyicek

Düşeyin nâr-ı cahîme içeyin mâ-ı hamîm
Niderem ‘azb ü furâtı yüzüni görmeyicek

Hamdi`nün kopdı kıyâmet başına hasret ile
Gördi rûz-ı ‘arasâtı yüzüni görmeyicek

(Ali Emre Özyıldırım, Hamdullah Hamdî ve Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1999, s. 176-177.)

Aşağıdaki beyti de bir bakıma böyle bir hâli ifade etmektedir:

Hayât-ı fânide râhat gözetme ey Hamdî
Kişi ne denlü huzûr eyleye sefer üzre

(Ali Emre Özyıldırım, Hamdullah Hamdî ve Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1999, s. 200.)

Menakıb-ı Akşemseddin’de Hamdî’nin Mehmed ve Zeyneddin adında iki oğlunun ismi kayıtlıdır. Zeyneddin, Göynük’te şeyh olarak tanınmış ve 1570 senesinde burada vefat etmiştir. (Hamdî, Yûsuf u Züleyhâ, Akçağ Yay., Haz.: Naci Onur, Ankara 1991, s. 16.)

Evliya Çelebi Hamdullah Hamdi’nin Şems Çelebi adlı bir oğlundan daha bahseder. Nitekim “Sâzendegân-ı yonkarcıyân” başlığı altında Hamdullah Hamdi’nin oğlu Şems Çelebi’den bahseden satırlar da şöyledir:m “Neferât 500, mü’el¬lifi Şems Çelebi'dir kim Yûsuf [ü] Züleyhâ sâhibi Hamdî Çelebi oğludur, dedesi Akşemseddîn hazretleri tarîkine gitmeyüp aşk ile âlûde olmağ ile yonkar sâzın peydâ edüp âşıkâne eş‘ârları vardır kim Şems i Cihân tahallüs eder.” (Seyahatnâme 1/339).

Hamdî şiirlerinde genel olarak başarılıdır. Kendisi döneminde ve daha sonraları bir mesnevî şairi olarak tanınmıştır. Yûsuf u Züleyha ve Kıyâfetnâmesi en tanınmış mesnevilerindendir. Bunlardan ilki döneminde ve da sonraları çok beğenilmiştir. Onun diğer eserleri şunlardır: Divan, Leylâ vü Mecnûn, Mevlid, Tuhfetü’l-Uşşâk, Ahmediyye veya Muhammediyye. Mülemma örneklerine sıkça rastladığımız divanında başarılı söyleyişleri, özgün buluşları vardır. Aşağıdaki beyit bunlardan birisidir:

Nasîbi olmayan şevk-ı ezelden
Kaçan hazz eyleye şi‘r ü gazelden

(Ali Emre Özyıldırım, Hamdullah Hamdî ve Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1999, s. 194.)

Latîfî, tezkiresinde “Fahrü’l-Fukahâ ve Zeynü’z-Sülehâ Nâkil-i Kelâm-ı Nebî A‘nî Şeyh-zâde Mevlânâ Hamdî Çelebi” diye andığı Hamdullah Hamdî’yi övgüyle söz konusu etmekte ve şöyle demektedir:

“Ol mihr-i sipihr-i yakîn ve mâh-ı maşrık-ı dîn a?ni Hazret-i Şeyh Ak Şemsü’d-din kuddise sırruhûnun veled-i sâhib-şerefi ve ferzend-i hayrü’l-halefidür. Mahrûsa-i Burûsa livâsına tâbi? Göynük nâm kasabadandur. Merhûm ve magfûrun-leh Sultân Bâyezîd Hân devrinün âhirlerinde âhirete gitdi ve merhûm Necâtî ile bir ayda ve bir senede nakl itdi. Egerçi bi-hasebi’l-?örf ve’l-izâfe tedrîs ü kazâdan manâsıb-ı ?âliyye tasarruf itmek nasîb olmamışdur ve ?örf-i ebnâyı zamân iktizâsınca tarîk sürüp mevâlî-i ?izâm iştihârın bulmamışdur lâkin bi-hasebi’l-hakîka ve’l-istihkâk ve’l-liyâka mevâlîden ?addolınmaga ehakk ve ehâlî evsâfıyle vasf olınmaga mahall ü müstehakdur. Hattâ kıssa-i Yûsuf u Züleyhâsı tefsîre müte?allık oldugı içün ve akvâl-i ruvâtun esahh u akvemin buldugı içün ol kıssa-i ahsen ü müstahseni nazma getürmişlerdür. Bir nazm-ı ?adîmü’n- nazîrdür ki üslûb-ı meslûbü’l-misâline hâme-vâr bir harfine barmak basup bir kimse ?ayb u noksân bulamaz. Bî-şek ü reyb âsâr-ı velâyet ve me?âlim-i keşf ü kerâmetdür ve zebân-ı Türkîde ve tarz-ı mesnevîde vâki? olan mesneviyyâtda ana hîç bir nazm ?adîl ü nazîr olmaz. Kıssa-i ahseni kemâl-i sıhhatde tefsîr ü teysîre bi’t-tamâm muvâfık u mutâbık olmagın beyne’l-?ulemâ ve’l-fuzelâ makbûl ü memdûh u müsellem ve elfâz u ma?ânîsi habt u hatâdan esahh u eslemdür. İttifâk- ı sikât budur ki Kıssa-i Yûsuf’ı andan eltaf u ahsen ve mergûb u müstahsen kimesne nazm itmemişdür. Bir nazm-ı bî-nazîr ve mümteni?u’n-nazîrdür ki her beyti beyt-i ma?mûr gibi menba?-ı metîndür ve nazm-ı sihr-intizâm-ı mu?ciz-karîni sihr-i mübîndür. El-hâsıl her şâ?ir ki selâkat-ı tab?ına i?timâd idüp ana nazîre ve cevâb kasdın ide cehlin ızhâr eyler. Dekâyık-ı nazma şu?ûr u vukûfı olmamak ve bu nazmı mu?ciz-nizâmun mertebesin derk itmemekden nâşî olur.” (Rıdvan Canım, Latîfî-Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ, AKM Yay., Ankara 2000, s. 234-235.)

Lâtifî’nin, Balıkesirli Zâtî’den işittiğine göre Hamdî’nin Sultan Bayezıd’dan iltifat görmemizin teşrifata pek riayet etmemesidir:

“Bu fakîr ü hakîr merhûm Mevlânâ Zâtîden şöyle istimâ? itdüm kim ol zamân ki mûmâ-ileyh kitâb-ı Yûsuf u Züleyhâyı ol nazm-ı pervîn ve nizâm-ı garrâyı merhûm Sultân Bâyezîd Hân-ı magfiret-?unvân nâmına dimişler ve fasl u bâbın tehzîb ü tezhîb idüp huzûr-ı pürhubûrlarına virmişler. Merâsim-i ri?âyât ve levâzım-ı mücâzât şerâyiti mer?î görülmedükde elkâb u evsâf-ı Bâyezîd Hânı ihrâc idüp fevâ?idi cüz?iyyâtdan müstagnî olmışlar.” (Rıdvan Canım, a. g. e. s. 237.)

Âşık Çelebi, Hamdullah Hamdî hakkında şunları kaydeder:

“Pertev-i mihr-i sipihr-i velâyet ve subh-ı ufk-ı kerâmet Akşemsü’d-dîn-i merhûmun oglıdur. Rûm’da mevlid ü menşe’i Göynük’dür. Aslda Şeyh Şehâbü’d-dîn-i Maktûl Sühreverdî neslidür. Mezbûr Hamdì Çelebi tarîk-i ‘ilm-i ma‘hûda sülûk idüp ba‘dehu ferâgat ve ihtiyâr-ı kanâ‘at ile kûşe-i inzivâda ‘uzlet itmişdür. Kendüde haylì eser-i cezbe ve pâyesinde rıf‘at-ı rütbe var imiş. Monlâ Câmî ile mu‘âsır olmagın ekser ana taklîd ider imiş ve gâhî Rûm’dan Horâsân’a mektûb gönderüp mebânî-i mahabbeti te’kîd ider imiş. Gazeli çendân çesbân ve makbûl-i kavâbil-i zemân degüldür. Ammâ mesnevîde Yûsuf u Züleyha’sı ve Mecnûn u Leylâ’sı ve Mevlid-i Cismânì vü Mevlid-i Rûhânî ve Tuhfetü’l-‘uşşâk’ı vardur. Ve Yûsuf u Züleyhâ’sı bahrinde Kıyâfet-nâme’si vardur. Cümlesinünhoş-âyendesi vü küşâyendesi Yûsuf u Züleyhâ’sıdur. Kemâl Paşa-zâde-i merhûm yanında Hamdî’nün Yûsuf u Züleyhâ’sı medh olınsa ol kitâbdaki nazmun selâseti ve şi‘rün cezâleti ve ol bahrün hassâsıdur yohsa kitâb nefsinde şîveden ‘ârî ve andan berîdür dir imiş. Yûsuf u Züleyhâ’sı gâyet meşhûr oldugı içün ba z-ı ebyâtınunîrâdına ihtiyâc yohdur.Leylâ vü Mecnûn’da vezîrlerin sege nevâle ve seglerin beglerine havâle iden beg hikâyesinde beg lafzına kâfiye bulmadugından bu beyti hûb vâki‘ olmışdur. Beyt:

Sege seg olup Âdem yidüren beg
‘Aceb mi kâfiye olsa ana seg”

(Es-Seyyid Pîr Mehmed bin Çelebi Meşâ’irü’ş-şu’arâ Hazırlayan: Filiz Kılıç, Ankara 2018 (Kültür ve Turizm Bak. E-kitap), s. 270-271.)

Âşık Çelebi, Hamdullah Hamdî’nin Kıyâfetnâmesinden aşağıdaki beyitleri kaydetmektedir:

Reng-i ahmer delîl-i havf u şitâb
Reng-i esmer delîl-i fikr-i savâb

Kûçek olsa kedi gibi gûşı
Ugrılıkda unutdurur mûşı

Olur ahvel mu‘ânid ü cabbâr
Bire birdür disen ider inkâr

Bulmayasun ili ararsaneger
Agzı egri olanda togrı haber

Rîş-i merdüm tavîl olursa eger
Bil ki olur ser-i tavîle-i har

Kalın olup sakalı çün ola gür
Sohbet içre sakîl olur anı sür

Şimdiki demde gitdi hîre-nişân
Şer bulınur cihân içinde hemân

Sûreti Yûsuf olan insânun
Sîreti hûyı gerek olur anun

Âh elinden zemâne âdeminün
Ki göge irdi burnı en keminün (Es-Seyyid Pîr Mehmed bin Çelebi, a. g. e. s. 271.)

Beyânî Tezkiresinde Hamdullah Hamdî’yle ilgili şu satırlar kayıtlıdır: “Kasaba-ı Göynükden Şeyh Şihâbü’d-dîn-i Sühreverdî neslinden Şeyh Akşemsü’d-dînün oglıdur. Gazelde çendân iştihârı yokdur. Lâkin mesneviyâtı hûbdur. Husûsıyla Yûsuf u Züleyhâsı beyne’l-ahâlî gâyetle mergûbdur. Leylâ vü Mecnûnı ve Muhammediyyeye nazîre Ahmediyye nâm kitâbı vardur. Rivâyet olınur ki Yûsuf u Züleyhâsı Sultân Bâyezîd Hân ünvânıyla mu’anven itmiş iken ihsân-ı pâdişâhî kendi dil-hâhı üzre olmamagla münkesirü’l-bâl olup itdügine nâdim ve semt-i kanâ’ate sülûka âzim olup ol kitâbı kitâbet ve ücret-i kitâbetle kanâ’at itmişdi. Bu ebyât Leylâ vü Mecnûnındandur.”

Bu satırlardan sonra Beyânî, Hamdî’nin Leylâ vü Mecnûn mesnevisinden şu beyitleri örnek vermektedir:

Hünerden şimdi âlem kurı kaldı
Asel gitdi hemân zenbûrı kaldı

Eger ilm ise olmışdur izâfet
Gidüp ma’nâsı hâli kaldı sûret

O zîbâ hullenün astârı kaldı
Hemân bir cübbe vü destârı kaldı

Eger eş’âr ise makbûlı nâdir
Egerçi çokdur itden şimdi şâ’ir

Yakındur ömri dünyânun tamâma
Sipâs it Hamdi bu denlü nizâma

Dilersen bulasın bu demde rahât
Gerekdür vahdet ü uzlet kanâ’at

Beyânî, şairin şu beytini de tezkiresine kaydetmektedir:

Zihî Mecnûn ki nâ-pervâ safâ-yı vasl-ı Leylîden
Zihî âşık ki müstagnî temâşâ-yı tecellîden

[Mustafa (Cârullahzâde) Beyânî Tezkiresi (Tezkiretü’ ş - ş u’arâ) Hazırlayan: Aysun Sungurhan, Ankara 2017, s. 57 (Kültür ve Turizm Bak. E-kitap)]

Mehmed Tevfik ise Kâfile-i Şu‘arâ’da Hamdullah Hamdi hakkında şunları kaydetmektedir:

“Ârif-i bi’llâh vâsıl-ı illa’llâh el-Mevlâ Akşemse’d-dîn Hazretlerinin asgar-ı evlâdı Mevlânâ Hamdu’llâh Hazretleridir. Ulüvv-i haseb ve sümüvv-i neseb ile ekâbirin a’zamı ve tekaddüm-i zâtı ile müte’ahhirînin mukaddemidir. El-veledü sırri ebîh muktezâsınca peder-i âlî-güherleri gibi âlim, âbid, zâhid, mütevâzı’ ve kesret-i ihtilâtdan münkatı’, müte-verri’ bir zât-ı nâdirü’s-sıfât imişler. Halkdan inkıtâ’ları ba’de’t-tahsîldir. Mesneviyyâtda asrının ferîdi olduğundan kıssa-i pür-hisse-i Cenâb-ı Yûsuf [ü] Zelîhâ’yı salavatu’llâhi alâ-nebiyyinâ ve aleyhim ecma’în edâ-yı selîs ve nazm-ı nefîs ile tekmîl ederek Sultân Bâyezid Hân-ı Sânî nâmına yâdigâr etmek istemiş ise de me’mûlü kadar rağbet ü iltifât görmediğinden ferâgat etmişdir. Makta’-ı manzûme-i risâlet ve hâtime-i kıbâle-i nübüvvet aleyhi efdali’t-tahiyyat efendimiz hazretlerinin menkabe-i celîle-i vilâdet-i seniyyelerini tanzîm eylemişlerdir ve kıssa-i aşk-ı Leylî vü Mecnûn’u dahi nazm edip yine o bahrde mesnevî olarak nazm ettiği Muhammediyye ve Tuhfetü’luşşâk ile hamsesini ikmâl eylemişlerdir. Bundan başka Yûsuf [ü] Zelîhâ’sı bahrinde bir de Kıyâfet-nâme’leri vardır. Dokuz yüz on dört senesinde merhûm Necâtî Beğ’le vefat eylediler. Kabr-i şerîfi Göynük’de pederleri yanındadır.” [Mehmed Tevfik, Kâfile-i Şu‘arâ, Hazırlayanlar: Fatma Sabiha Kutlar Oğuz, Hanife Koncu, Müjgan Çakır, Ankara 2017 (Kültür ve Turizm Bak. E-kitap), s. 258-259.]

Mehmed Tevfik, Kıyâfetnâme’den şu beyitleri iktibas etmektedir:

Reng-i ahmer delîl-i hûn-ı şitâb
Reng-i esmer delîl-i fikr-i savâb

Olur ahvel mu’ânid ü cebbâr
Biri birdür disen ider inkâr

Bulmayasın ili ararsan eger
Agzı egri olanda togrı haber

Rîş-i merdüm tavîl olursa eger
Bil ki olur ser-i tavîle-i har

Şimdiki demde getdi hîre-nişân
Şer bulınur cihân içinde hemân [Mehmed Tevfik, a. g. e. s. 259.]

Şemseddin Sâmî, Kâmûsu’l-Âlâm’da onun eserleri hakkında şu yorumları yapmaktadır:

“Gazeliyâtı o kadar latîf değil ise de mesnevîyâtı pek latîf ve selisdir. Yûsuf ve Züleyhâ, Leylâ ve Mecnûn, Mevlid-i Cismânî, Mevlid-i Ruhânî ve Kıyâfetnâme ünvanlarıyla beş manzumesi olup cümlesinin en latif ve en meşhuru Yûsuf u Züleyhâ’sıdır ki Molla Câmî’nin manzûme-i Fârisiyesinden tercüme ise de hayli ilâveleri dahi vardır.” (Hamdî, Yûsuf u Züleyhâ, Akçağ Yay., Haz.: Naci Onur, Ankara 1991, s. 17.)
Dr. Yasin ŞEN



Tüm yazarlar için tıklayın

YAZARLAR

Tamamı