ALADAĞ' DA BAHAR!
Türk milletinin yaşadığı coğrafyalarda ala dağlar vardır. Biz de Köroğlu dağlarında bulunan yaylalarımıza adının yanında genel olarak 'Aladağ' deriz. Kışlak yaylamız olduğu gibi baharın gelmesiyle birlikte sıcak ayları geçirmek üzere Mayıs sonu gibi Aladağlarda bulunan Seyricek yaylasına göçeriz.
Allah'ın rahmet, kudret ve sanatının adeta kaynayıp taştığı, güzelliklerin çiçek çiçek açtığı bu zaman diliminde ecdat bu yüksek rakımlı yaylalarda ruhen yenilenir, mutluluğun zirvesine çıkardı. Göç zamanı insanımızı tatlı bir telaş alır, gelinler, kızlar rengârenk giyinir, koyun-kuzu bile bir başka havaya bürünürdü. Yol boyu neşe ve ahenk içinde ikramlıklar dağıtılır, derelerin şırıl şırıl akışında, kuşların cıvıltısında, çobanların seslerinde içimiz kıpır kıpır olurdu. Fesleğen kokulu hayaller, kekik kokulu düşler geçerdi gözlerimizden..
Büyükler göç indirirken çocuklar ellerinde zelvi çiğdem kazmaya girişirlerdi. Düğme gibi büyümüş olan o çiğdemlerin tadına doyulmazdı. Akşama doğru büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarda yaylaya ulaşır, ortalık bayram yerine dönerdi. Zil, çan, çocuk ve koyunların, keçilerin sesleri yaylamızın da yüzünü güldürürdü. Çünkü her şey insanla manasını bulurdu. Gözünüzün gördüğü her yer yemyeşil, hava mis gibi, sular kapuz çatlatan buz gibi, gönüllerin tefekküre dalıp, hayretten hayrete düştüğü anların yaşandığı, şükrün acziyeti içinde yağlı-yavan denmez Allah ne verdiyse şifa niyetine kaşık çalınırdı. Anladım ki mutlu olmak için çok da varlığa ihtiyaç yokmuş.
Bugünlerde yine yaylalara göçenler var. Heyhat eski neşeden, kalabalıktan eser kalmamış. Bir kaç aile geleneği sürdürmeye çalışıyor, herhalde bir nesil sonra hayvancılık tamamen bitecek. Yağı, yoğurdu. Ve dahi eti fabrikalarda üreterek soframıza koyacaklar!
Çocukluğumuzun yaylasında her tepeden bir ses gelirdi. O güzelim tiftik keçileri aslında ormanların olmazsa olmazıymış. Dökülen yaprakları, gazelleri temizleyerek görevini yapıyormuş. (Mesela Portekiz'de orman yangınlarını önlemek için devletin özel olarak keçi sürülerini o bölgelerde gezdirdiğini çok az insan bilir.)
Yeni nesillerin hiç bir zaman bilemeyeceği mevki-yer isimleri unutulmaya yüz tutacak. Davarı nerelerde güttün diye soranlara 'Çarşak'tan çıktım, Gölcük, Deller yaylası, Kiraz alanı, Söbe alan ve Darkaya şelalesinden döndüm geldim denirdi. Dibek deresi, Keş tepe, Baraklar, Göklem, Kocakuru, Kanlımahmud, Yanık, Dedeler, Suçatı, Kürtçüler, Golan kayası...neresidir, ne yana düşer usta!? Sinnecik'te höşmerim yiyelim, Karaçayır'da ayran içelim olmaz mı?
Televizyon yoktu, cep telefonu hayal bile edilmezdi, fakat gece elle tutulacak kadar yakın yıldızlar ve ay dede, gündüzleri cömert güneşimiz ve hepsinin üstüne muhabbet ve sohbet vardı. Bu aziz toprakları, yaylaları bize bırakan ecdadımıza Rabbim rahmet etsin.' Şehirleri bir çiçeğe satardım' dediğimiz yaylalarımıza, dağına, taşına, kurduna, kuşuna, köylülerimize gurbetlerden selam olsun...
Servet YÜKSEL
Dörtdivanlı Şair – Yazar
Almanya