BATIL İNANIŞ DEYİP GEÇEMEZSİNİZ
Bazı insanların halk kültürüne ait inanışları “batıl inanç” deyip kenara attığını görüyorum. Bunu sözüm ona “cehalet” kavramın penceresinden değerlendirenler de az değil. Açıkçası ben bu türden görüşlere ve kimselere itibar etmiyorum. Meseleyi anlamaya çalışmak gerektiğini düşünüyorum. İnsanlık neden böyle bir inanış ortaya koydu ve neden o şeye inandı, bu uygulama nereden doğdu ve asırlarca nasıl yaşadı, ben buna bakıyorum.
Eğer bir inanışın ontolojik bir temeli varsa, yani o inanış milletin gönül ve zihin dünyasında yer edinmişse, kendisine asırlardan beri bir karşılık bulmuşsa onları “batıl” veya “cahillik” diyerek küçümseyemezsiniz. Bu tavrınız hiçbir şeye yaramaz.
Bizde, kendisini dinî bilginin merkezinde gören çok kişi vardır, en kâmil iman bunlardadır. Papağan gibi söyledikleri ve okudukları şeyler üzerinden hakikatini yaşamadıkları dinin sekreteri kesilirler. Hoş, onlar da görevlidir, an azından bir zamanlar öyleydi. Fakat milletimin asırlardan beri geliştirdiği halk inanışlarına gösterilen tavır bana kalırsa bunların biraz da kibrinden ileri geliyor. Benim kanaatim, hakikati yaşayan, dinin özünü anlamış bir kimse hiçbir şekilde bir başkasının inancını küçük göremez. Bu, inanmanın ruhuna aykırıdır bir kere.
Asıl muhteşem olan inanmanın kendisidir. Bu, milletin veya ferdin o anki psikolojik hâlinde neye tekabül ediyorsa o şekilde ortaya çıkar. Aslında inandığı şeyler de asırlardan beri tecrübe edilmiş, yaşanmış ve bir tecrübeye dayalı imanın sembolik ifadesi olabilir. Söz gelimi millet eşiğe basılmaması gerektiğini müthiş bir hakikatin sembolik ifadesi olarak yaşatmıştır da ileriki zamanlarda sembollerin yumak gibi açılacağı devirlerde bunların bize neler söylediği net bir şekilde anlaşılacaktır.
Bizde semboller mutlak gerçek zannedilir. Medyada, TV’de dinin muhtevasındaki sembolleri hakikat zanneden kimselerin düştüğü durumları görüyorum bazen. Bunların çoğu bilgili, akademik unvana sahip kişiler. Fakat zihnen ve kalben sembolün ardındaki hakikate intikal etmek için hiçbir çaba göstermeyen düşünce fukarası biri olmaktan öteye geçemiyorlar. Bunlar ne yazık ki, halk inanışlarına da böyle yaklaştılar. Bunları “cahillik” diyerek damgaladılar. Fakat oyunu çok iyi oynayan İlahî sistem bazı hakikat kırıntılarını halk inanışların ardına gizledi. Tıpkı yok edilen kavimlerin birikimlerine, günümüzde okunmayan edebî eserlerin muhtevasına, hikâyelere, masallara gizlendiği gibi…
Ben dinden, inanıştan tefekkür anlarım. Bir yerde sembollerin ve kavramların düşünülmesi yoksa oradan kaçarım. Maalesef Türkiye’miz din simsarlarının, dini ideoloji bataklığına çekmiş kimselerin, ona buna saydırmak yüzünden kendisini anlamak üzere hiçbir çaba göstermeyenlerin, geçmiş birikimler üzerine zihin yormayanların, kısacası düşünmeyenlerin cirit attığı bir yer hâline getirildi. Aşk ve irfan dini İslam’ı yorumlarken düştükleri bataklık yüzünden gençlerin önemli bir kısmı artık onlar gibi olmak istemiyor. Dini kavramsal putperestlik seviyesinden değerlendiren, ele aldığı kavramların ne manaya geldiğini lafzen bildiği halde onları hakikaten bilmeyen bu kimseler artık bu büyük manevi mirasın temsilcisi gibi davranmamalı. Meydan bunlara bırakılmamalı. Yunus Emrelerden, Mevlanalardan, Hacı Bektaşlardan, Şeyh Şaban-ı Velilerden, Hacı Bayramlardan intikal eden bu muhteşem zenginlik bunların sığı dünyasına mahkûm edilmemeli.
Evet, asırlardan beri yaşayan, milli ve manevi varlığımıza kök salmış halk inanışlarına saldıranlar bizim âriflerimize de saldırıyor. Onları görmezden geliyor. Anlamadıkları meseleler üzerinden hüküm veriyorlar. Bunların bazılarının art niyetli olduğu ortada. Bunlar bizim mahalli inanışlarımıza da saldırıyor. Ne yazık ki, bunların bir kısmı hemen yanımızda.
Bunlara şunu söylemek gerekir: Batıl inanış demeden bir dur hele, bu neden yaşandı, nasıl gelişti, bunu büyüklerimiz ısrarla neden yaşattı? Senin batıl inanış deyip de küçümsediğin sözler, uygulamalar, inanışlar acaba bir hakikatin örtülü hali olabilir mi? Dallarına bir murat için elbise bağlanan şu ağaçta acaba Allah’ın bir tecellisi görülmüş de ondan mı gerçekleşir bu ziyaretler? Kabri veya türbesi ziyaret edilen şu zat kendisine verilen manevi yetki eseri bir derde deva olmuş olabilir mi? Şunu şöyle yaparsan daha iyi olur diyen bir zat acaba senin görmediğin bir başka şeyi mi görmüştür?
Düşün hele bir!
Dağdan taş yuvarlar gibi, anlamadığın, algılamadığın şeyler hakkında derhal hüküm verme, mümkünse hiç konuşma! Sen de din diye konuştuğun mevzuları kendi algından hareketle konuşuyorsun. Kendi algını mutlak doğru kabul ediyorsun! Okuduğunu anladığını vehmediyorsun. Korkunç bir yanılgı içinde olabilir misin? Senin anladığın şekilde değilse ne yapacaksın! Burada kurtarırsa seni sadece şunlar kurtarır: O da farklı inançlara gösterdiğin hürmet, sana bir saldırı olmadıkça onları kendi dünyaları içerisinde kabul edebilmen (çünkü inanç çeşitlidir ama inanmak bir bütündür), Allah’ın her inançtaki tecellilerini ve sembollere bürünmüş mesajı anlamaya çalışman…
İşte mitoloji, işte edebiyattaki sembol dünyası, masallarımız, hikayelerimiz, menkıbelerimiz, rivayetlerimiz… Sayıya hesaba gelmeyen bu şeyler bir zamanlar yaşanmış hakikatin temsilleri değil midir! Hiç şüphen olmasın. Bir gün senin “batıl” diyerek küçümsemen gibi birileri de senin şu sığ idrakini acımasızca küçümseyebilirler, eleştirebilirler, sana bakarak nasıl “inanmamak” gerektiğinin yolunu bulmak isteyebilirler. Kendimizi algıda, dini anlamada insanlığın geldiği son noktaymış gibi görmekten lütfen bir zahmet kurtulalım artık.