İnsanlar yeryüzünde göründüğü andan itibaren gruplar, topluluklar, toplumlar ve nihayet milletler halinde yaşamaya başladılar. Bu bir tekâmülün sonucu olarak bir süreci gösteriyor. Bu süreç takdir edilir ki oldukça sancılı, uzun bir zamanı kapsadığı için de sıkıntılı geçmiştir.
Dolayısıyla bu süreç öncelikle güvenlik, barınma, düzen ve yeme içme gibi kavramları daima gündemde tutmuştur. Bu durum modern devletlerin oluşumuna kadar devam etmiştir. Elbette bu dönem içerisinde farklı toplumlarda çeşitli yönetim modelleri uygulanmış ve yönetim tarzları doğrultusunda düzen ve güvenlik sağlanmaya çalışılmıştır. Düzeni ve güveni sağlamada bazen totaliter tutumlar, soy prensibi bazen de dinin prensipleri etkili olmuştur.
Ancak bütün bu yöntemlerin yanında en temel yardımcı her zaman ahlak olmuştur. Ahlak yazılı olmayan fakat daima normatif kurallar koyarak toplumsal düzeni sağlamada, ferdin davranışlarını iyiden yana kullanmada etkili bir yol olmuştur.
Sanayileşmenin artması ve modern devletlerin kurulmaya başlamasıyla sosyolojik bakış açısı, bilimsel yöntemin baş tacı edilmesiyle bu yeni oluşuma yardımcı olmuştur. Toplumcu bakış açısı toplumsal ve bireysel bütün hareketlerin temelinde var olduğunu ve işlevsel olduğunu ileri sürenlerin kabulüyle hızla yayıldı. Şurası açıktır ki; modern devletlerde düzeni sağlama görevi hukukun uhdesine verilmiştir. Ancak bütün hukuk felsefeleri onun en temel yardımcısının insanda var olduğu düşünülen vicdan ile normatif kurallar bütünü olan ahlak olduğu kabul edilir.
Sanayileşme kabul edelim veya etmeyelim ticari bir toplum ortaya çıkarmıştır. Bu bir anlamda kapitalizmin teoriden pratiğe dönüşmesidir. Ne kadar çok üretim o kadar çok tüketim ilkesi toplumsal refah seviyesini artırır prensibi bu dönemin mottosu olmuştur. Dolayasıyla iş bölümü, mülkiyet ve özçıkarı önceleyen davranışa dayalı bir toplum anlayışı bu prensiplere uygun bir toplum dizayn etmiştir. Yani kapitalizm küçük kardeşi pragmatizmi doğurmuştur. Pragmatizmin önemli sonuçları arasında toplumsallığın gelenekselliği içerisinde var olan hayat tarzları gevşemeye kültürel bağlar çürümeye başlamıştır. Artık evrensel mutlak, doğru ve Tanrı gibi metafiziki kavramlar unutularak bireyin mutluluğunu ortaya çıkaracak bireyin faydasına olan iyi kabul edilmiştir. Amiyane tabirle çıkarcılık, faydacılık yaygınlaşmaya başlamıştır.
Toplumların kalkınmasında ve yönetilmesinde uygulanan siyasi yapıların da bu sisteme yardımcı olduğu ifade edilebilir. Mesela Amerika Birleşik Devletlerinde pragmatizm hem demokrasiyi kullanmış hem de rekabeti teşvik etmiştir. Yeni bir toplum yaratmada ise araç olarak eğitim kullanılmıştır. Başlangıçta gözlerimi kaparım görevimi yaparım düşüncesi birlikte kalkınmayı teşvik ederken kapitalizmin mutlu edemediği insanı psikolojik bakış açıları bambaşka bir dünyaya yönlendirmiştir. Artık bireysel tercihler idealizme göre doğru, adil gibi mutlak değerlerin yerine geçmiştir. Bunun eğitim yoluyla yaygınlaştırılması göreceliliği toplumun temeli haline getirmiştir. Sanat için kullanılan zevkler ve renkler tartışılmaz (esasen bu hüküm de tartışılır ya) sloganı toplumsal hayatın dinamiği haline getirilmiştir.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren iletişim araçlarının yaygınlaşması sonucu yeni bir “ben toplumu” ortaya çıkmıştır. Artık herkesin kendisine iyi gelen, kendi menfaatine uygun olan bir iyi kavramı oluşmuş ve yaygınlaşmıştır. Tarihle, geçmişle olan bağlar yük olarak kabul edilmeye ve hepsinden kurtulmaya çalışan bir nesil ortaya çıkmıştır. Göreceliliğin artması ile toplumsal düzeni sağlayan hukukun en önemli dayanaklarından olan ahlak hızla yozlaşmaya hatta ortadan kalkmaya başlamıştır. Artık herkes kendi hayat standardını kendi tesis eder hale gelmiştir. Toplumu içinden kemiren bir kurt olan görecelilik bireylerin sorumsuzluğu yüzünden gittikçe artan bir kaos ortaya çıkarmaya başlamıştır.
Bunun elbette bir sonucu olacaktı. Nitekim son zamanlarda toplumda meydana gelen cinsel istismarlar, şiddet olayları, cinayetler, gıda terörizmi, taklit ve tağşiş olayları… Kendisini hiçbir prensiple bağlı görmeyen, daha fazla fayda sağlamak maksadıyla ve içgüdüleri doğrultusunda hayvani zevklerini yerine getirmek isteyen sorumsuz, insanlaşmamış varlıkların yaşam tarzını ortaya koyuyor.
İslam’dan önce Töre kavramıyla İslam’dan sonra da “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen bir peygamberin muştuladığı İslam ahlak ve faziletiyle yaşadığına inandığımız bu toplum değer yargılarından hızla uzaklaşıyor. Bu konuda rasyonel düşünceye sahip olanlar, dini düşüncesi olanlar ile Allah’ın varlığı ve birliğine inananlar arasında büyük bir farkın olmadığı görünüyor.
Yazımıza bu toplum bu hale nasıl geldi sorusuna internette dolaşan bir matematik problemiyle son verelim:
Öğretmen matematik sınavında öğrencilere;
Mehmet Bey süt ticaretiyle uğraşmaktadır. Bir gün litresi 12.50 TL den 222 lt. süt toplar. Eve gelince % 10 oranında su ilave etmiş ve litresini 17.50 Tl. den satmıştır. Mehmet Bey bu satıştan kaç lira kazanmıştır?
Cevap:……….