Sarı Müderris lakabıyla anılan Sinan Efendi, Ümmî Kemâl dervişlerindendir. Kendisinin “Şeyh” diye anılması Ümmî Kemâl’in kendisine hilafet verdiği fikrini hatıra getirmektedir.
Divanından ve Menâkıb-ı Kemâl Ümmî’den kendisi hakkında bazı bilgiler elde edebiliyoruz. Kendisi 15. Yüzyıl’da Bolu’da, Akçavak Köyü ve Tekkeköy civarında yaşamıştır. Müderris diye anılmasından medrese tahsili gördüğü anlaşılmaktadır. Bir şiirinde geçen “fen mi kodum çiğnenmedik” ifadelerinden onun kuvvetli bir eğitim döneminden geçtiği tahmin edilebilir. Şiirlerinin tamamının aruzla yazılmış olması da bunun bir başka göstergesidir. Sarı Müderris’in hayatı hakkındaki bilgilere biraz da divanında ulaşabiliyoruz. Aşağıdaki beytinden babasının rençber (çiftçi) olduğunu, tarlalarının bulunduğunu öğreniyoruz:
Atam benim rencber idi oglı levend olsa ne var
Harmâncıgı yerin anun mescid kılub ider zikir (G 176/5)
(Emre Sessiz, Sarı Müderris Şeyh Sinan ve Divanı İnceleme-Metin-Dizin, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı, Yüksek Lisasn Tezi, Tez Danışmanı: Yrd. Do. Dr. Cemal Aksu, İstanbul 2014, s. 306). (Şiirler bu kaynaktan alınmıştır. Bundan sonra sadece şiir ve beyit numaraları verilecektir.)
Sarı Müderris, divanına şiirlerin başına ne zaman yazıldıklarıyla ilgili kayıtlar koymuştur. Veya bunlar divana daha sonra iliştirilmiştir. Nitekim bir şiirinde “Hâze’l-beyt fî zamâne’ş-şeyh-i berradellâh muzce?ah? ve minhâ” (Bu beyit Şeyh Ümmi Kemâl’in zamanında yazıldı ve Allah onun yattığı yeri serinletsin; Allah ona rahmet eylesin ve onu azaptan korusun.) (Emre Sessiz, a. g. t.) başlığı ile şiirin Ümmî Kemâl henüz hayattayken yazıldığını belirtmiştir.
Sarı Müderris’in divanında yer alan aşağıdaki beyit dikkat çekicidir. Zira Hz. Peygamber’in güzel ahlakını ümmî bir velide (Kemâl Ümmî’de) bulduğunu söyleyen Sarı Müderris ümmîliği beğendiğini ve “mevlânâlığın” neyi olduğunu dile getirmektedir. Burada mevlâna tâbirinin Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde müderrislere verilen bir pâye olduğunu hatırlatmada yarar var:
Ümmî Nebînün hulkını ümmî velîde görmişem
Ümmîliği beğenmişem mevlânalık nemdür benim
Sarı Müderris’in divanından Ümmî Kemâl’e kaç yaşlarında yetiştiğini de tahmin ediyoruz. Aşağıdaki beyit onun en azından 45-50 yaşlarından sonra Ümmî Kemâl’e derviş olduğunu göstermektedir:
Kırk elli yıl içmiş iken zâhir ‘ulûm ayranını
İrşâd şarâbın içicek ?alka koduk ayranımuz (G 141/3)
Sarı Müderris Sinan Efendi, Bolu civarında bulunan Sarıalan Yaylası’nda doğup büyümüştür. Kendisi burayı çok sevmektedir. Bunu divanında yer alan şu gazelden anlamaktayız:
Sende didim evvel elif Sarıalan yaylacugı
Sende itdim dersim tamâm Sarıalan yaylacugı
Mehde düşüb agladugum oglan olub oynadugum
Yiğit olub ırladugum Sarıalan yaylacugı
Şeyh şekile dolducagım hâlden hâle geldüceğim
Ballar bile bulducagım Sarıalan yaylacugı
Sararuban uçdan uca bizcileyin oldun koca
İşde haber geldi göçe Sarıalan yaylacugı
Elhamdülillâh yayladuk zikrile seni toyladuk
Biz gidicek aglar mısın Sarıalan yaylacugı
Tâliblerin zikri ile olgıl müşerref dâ’imâ
Allah seni aglatmasun Sarıalan yaylacugı
Bu mısralardan hareketle Sarı Müderris Sinan Efendi’nin, Sarıalan Yaylası’nı çok sevdiği anlaşılmaktadır. Çünkü o burada yaşamış, kendi ifadesine göre burada yiğit olmuştur. Tahsiline de burada başlamıştır. Bu şiirinden onun yılın belli zamanlarında Sarıalan Yaylası’na göç ettiği, yaylada her taraf sararınca da göç ettiği, dolayısıyla ailesinin ve köyünün konargöçer olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca şeyhi Ümmî Kemâl hazretleri de buraya gelmekte ve belki de yılın belli zamanlarında burada kalmaktadır.
Bu arada Sinan Efendi’nin lakabı olarak kullanılan “Müderris”in başındaki “Sarı” ifadesi dikkati çekmektedir. Aslında bu lakap, onun fizikî görünüşü dolayısıyla konmuş olabilir. Bilindiği gibi Anadolu’da hâlen insanların fizikî görünümü lakapların verilişinde son derece etkilidir. Ancak, Sarı Müderris Sinan Efendi’nin divanı üzerine bir yüksek lisans tezi hazırlayan Emre Sessiz, onun lakabı olarak kullanılan “Sarı”nın doğup büyüdüğü Sarıalan Yaylası’ndan geldiğini tahmin etmektedir.
Sarı Müderris hakkında divanından sonra Menâkıb-ı Kemâl Ümmî’de de bazı bilgilere ulaşabiliyoruz. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Buna göre Sarı Müderris Akçavaklıdır. Köyün adı bugün Yeniakçavak’tır ve mezarı burada bir türbe içerisinde bulunmaktadır. Sarı Müderris, istikamet üzere yaşayan, Hak yolundan çıkmayan biridir. İlm-i zâhirde gayet iyidir. Çünkü müderristir. Şeriatte çok titiz olan Sarı Müderris, bildikleriyle amel etmeye çalışan bir âlimdir. Civarda “Müderris” diye tanınmıştır. Âlimler onun yanında arz-ı endâm edemememişlerdir. Fakat Sarı Müderris, Ümmî Kemâl’i inkar etmektedir. Menâkıba göre Ümmî Kemâl hakkında kendisi şöyle demektedir:
Dir idi şeyhün ümmîsi ‘acebdür
Ma‘ârifden dem urur ne sebebdür
Şu kişide ki yokdur ‘ilm-i zâhir
Tarîkatde o nice ola mâhir
Kişiye evvelâ lâzım şerî‘at
Şerî‘atle ele girür tarîkat
(Ramazan Sarıçiçek, “Menâkıb-ı Kemâl Ümmî ve Bolu”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 17, İstanbul 2016, s. 304)
Sarı Müderris’in sözleri Ümmî Kemâl’in malumu olur ve Ümmî Kemâl, Sarı Müderris’i Yazıören Yaylası’ndaki Erenler denilen mevkide düzenlenen bir toplantıya davet eder. Sarı Müderris, daveti kabul eder ve kararlaştırılan günde yaylaya gider. Sohbet sırasında Ümmî Kemâl ilimden maksadın Allah’ı bilmek ve bulmak olduğunu, Hakk’ın mekandan münezzeh bulunduğunu, vücudun aşk ile dolması gerektiğini, Allah’ın kırık gönüllerde yer aldığını söyler. Kendisi Hakk’a vâsıl olmuşken Sarı Müderris’in ilm-i zâhirden ne hasıl edeceğini, halbuki kendisinin Hudâ’dan bir dem hâlî olmadığını, nereye baksa Hakk’ı gördüğünü, derûnunun (gönlünün) cümle Hak ile dolduğunu, gece gündüz işinin gücünün Hak demek olduğunu beyan eder. Bu sözleri duyan ve kendisinde cevap vermeye tâkât bulamayan Sarı Müderris bir an kendini kaybeder ve Ümmî Kemâl’in ayaklarına düşer. Oracıkta hazrete teslim olur ve Ümmî Kemâl’e biat eder. Bu hadiseden sonra Sarı Müderris’in kendisine ait bazı arazileri Ümmî Kemâl Tekkesi’ne vakfettiği nakledilmektedir. Bu yerler günümüzde de “Tekkeyeri” olarak adlandırılmaktadır.
Sarı Müderris bundan sonra tasavvuf âlemine teşrif etmiştir ve Ümmî Kemâl’in müridi olmuştur. Sarı Müderris hatasını anlamış, kendisindeki hâlin benlikten geldiğini kavramıştır. Daha sonra bütün gayretiyle tasavvuf yolunda çalıştığı görülen Sarı Müderris, ilm-i zâhirden sonra ilm-i bâtında da nasip elde etmiştir. Böylece hem zâhirî ilimleri hem de ledünnî sırları kendinde bir araya getirebilmiş, kelimenin tam anlamıyla ârif olmuştur. Bu durum herkese nasip olmayan bir durumdur. Bunun Menâkıb-ı Kemâl Ümmî müellifi de farkındadır. Öyle ki, menâkıb yazarı şunları söylemekten kendini alamayacaktır: “Müderris idi lîkin ârif idi / Nihânî sırr-ı Hakka vâkıf idi”. (Ramazan Sarıçiçek, a. g. m., s. 308-309).
Sarı Müderris Sinan Efendi, bugün bile Tekkeköy’de anılmakta ve “Sarı Hoca” diye bilinmektedir. Sarıalan Yaylası’nın isminin de onun isminden geldiğine dair bir rivayet nakledilmektedir. Bir rivayete göre Ümmî Kemâl, Sarı Hoca’ya doğru yola çıkmış. Sarı Müderris’in kendisi gibi ilmi kuvvetli bir öğrencisi varmış. Bu öğrenci “Ümmî Kemâl hazretleri geliyor.” deyince “Gelirse gelsin!” diye karşılık vermiş. Ümmî Kemâl hazretleri gelince Sarı Müderris sabah namazı kılacağını ifade etmiş. Ümmî Kemâl, “Gün doğdu!” demiş. Sarı Hoca “Nasıl doğdu?” demiş. Ümmî Kemâl bas avucuma!” demiş ve keramet göstererek onu yukarıya kaldırmış. Sarı Hoca güneşin iki minare boyu yükseldiğini görmüş. Sarı Müderris de sabah namazını geç kılıyormuş. Ümmî Kemâl “Çocukların günahını alıyorsun!” demiş. (Bu bilgiler 05.01.2020 tarihinde Bolu-Tekkeköy’de, yine burada ikamet eden ikisi de inşaat emeklisi Cemal Uslu (d. 1945) ve Kemal Erdemir (d. 1946)’dan derlenmiştir).
Buradan anlaşılıyor ki, Ümmî Kemâl’le Sarı Müderris’in karşılaşmaları kerâmet ekseninde ortaya çıkmaktadır.
Bir başka rivayete göre Sarı Müderris Sinan Efendi, bir toplantı esnasında Ümmî Kemâl’in gösterdiği bir keramet üzerine kendisine bağlanmış ve vefatına kadar da ona tam bir teslimiyetle inanmıştır. Sinan Efendi’nin bu intisaptan sonra Ümmî Kemâl’in derviş çevresine dahil olduğunu görmekteyiz. O, bu çevreye dâhil olmaktan son derece memnun gibidir. Nitekim bu şevkten kaynaklanan duygularını şiirlerine taşımıştır. Aşağıya kaydedeceğimiz manzume onlardan sadece birisidir:
Bir var idi bir var idi Emre dide derler idi
Tabdugunı sevmiş idi Yûnus gibi ırlar idi
Zikri bogazdan der idi Yahyâ Dedeye yâr idi
Cünbüşleri yiğit idi gerçi bular pîrler idi
Tennûr-ı ‘ışk kızmışıdı ‘ışk külcesi ermiş idi
Eşterleri germ oluban ol külceden yirler idi
Şol berke var berk oynasa sayhım kasif şöyle kim
Ol yıldurumlı ra?d gibi üstlerine çaglar idi
Ben bunları ansam ne var zâkirleri gönlüm sever
Ol gün muhâcirlerden idüm bunlar bana ensâr idi
(Emre Sessiz, a. g. t., s. 254-255)
Yukarıdaki şiirde Emre Dede adında bir Ümmî Kemâl dervişiyle Tapduk Emre ve Yunus Emre’nin isimleri anılmaktadır. Şiir adeta Emre Dede adında birinin üzerine kurgulanmıştır. Ancak burada dikkati çeken asıl husus Sarı Müderris’in Yunus Emre’den bahsetmiş olmasıdır. Bu durum, akla Yunus Divanı’nın 15. Yüzyıl’da Tekkeköy ve Akçakavak civarında okunduğu düşüncesini getirmektedir. En azından Yunus Emre ve Tapduk Emre’nin menkıbeleri buralarda henüz 15. Yüzyıl’da bilinmekteydi. Sarı Müderris Sinan Efendi’nin divanından aldığımız şu beyit de onun Yunus Emre tesirinde olduğunu göstermektedir:
Murâdınsız murâd aldım murâdım kalmadı halkdan
Bana seni gerek seni gerekmez çoklar u azlar
Sarı Müderris’in divanında Mevlânâ Celâleddin Rûmî ve Said Emre gibi erenlerin de isimleri geçmektedir. Bu durum Sarı Müderris’in Mevlânâ’nın bazı eserlerini okuduğu şeklinde yorumlanabilir.
Sonuç olarak Sarı Müderris Sinan Efendi, 15. Yüzyıl’da Bolu’da yaşayan mutasavvıflardan biridir. Kendisi divan sahibi bir şairdir. Şiirlerinde Yunus Emre Türkçesinin etkisi hissedilmektedir. Esasen biz onun şiirleriyle ilgili bazı hususları sonraki yazımızda işlemeye çalışacağız. Yasin ŞEN
Dörtdivan ÇPAL
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni