5.05.2024 17:15:39
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21
Zekeriyya ULUDAĞ
6 Temmuz 2023 Perşembe

BOZULAN SİSTEMLERİN DÜZENLEYİCİSİ: AHLAK

BOZULAN SİSTEMLERİN
DÜZENLEYİCİSİ: AHLAK


Prof. Dr. Zekeriyya Uludağ
Milyarlarca insanın gelip geçtiği ve hala sekiz milyar insanın yaşadığı yerkürede zalimle mazlum, sefaletle sefahat, imanla imansızlık, ilimle cehalet, sömürü ile isyan, irade ile iradesizlik, baskı ile itaat kısacası hayata ait zıt kutuplu ne kadar kavram varsa hepsi yan yana yaşıyor.

Tabiatın yaratılıp kendi kanunları ile düzenli olarak varlığını sürdürdüğü esnada insanın, bu düzenli ortama dâhil olması sistematik yapının süreç içerisinde bozulacağı zamanın başlangıcını oluşturdu. Habil ile Kabil bu bozulmanın başlangıcı oldu. İnsanla şeytanın, nefisle gönlün/yüreğin/kalbin, içgüdüyle aklın ve iradenin savaşı var olan nizamı sarsmaya hatta zamanla yerle yeksan etmeye başladı. N.Topçunun ifadesiyle “batan bir dünya nizamının enkazı üzerindeyiz”.

Hâlbuki ilkel toplumlardan bilgi çağına oradan dijital dünyaya geçişte refahın, mutluluğun düzenin yegâne yolunun bilgi ve bilim olacağı ileri sürüldü hala da söyleniyor. Bu varsayım teknolojinin gelişmesi bakımından gerçekleşti. Kaplumbağa hızıyla ilerleyen insanlık buharlı makinenin icadından itibaren süpersonik bir hızla yeni icatlarla karşılaşıyor.

Bilime ve teknolojiye yön veren akıldı. Aydınlanma aklın otoritesiyle başladı. Batı’da akıl çağı kiliseye başkaldırarak hâkimiyetini ilan etti. Bilim önderliğinde teknoloji öylesine gelişti ki hormonik-tekno hayat aklı araçsallaştırarak yeni bir dünya yaratma yolunda psikolojiden aldığı destekle son hızla ilerliyor. Kilisenin prensipleri teknolojinin formülleriyle birleşerek kurumsallaşmış hayatı alt üst etti ve etmeye devam ediyor.

“Tarihin sonu”ndan konuşanlar akabinde postmodern iddialarla ortaya çıktılar. Bazı kültürler ve toplumlar açısından eleştirilere maruz kalsa da modernin prensipleriyle bir araya gelmiş, mütecanis bir yapı oluşturmuş olan milletler “mozaik kültürler” iddialarıyla parçalanmaya başlandı. Bütünlük bozulmuş, parçalı bir hayat anlayışı kendini göstermişti. Teknolojinin esiri olanlar özgürlüğe kaçarken kültürel bozulmanın, yozlaşmanın kapanına yakalandılar. “Renklerin kardeşliği” “cinsiyetlerin eşitliğine” dönüştürüldü. Toplumun en temel taşı olan aile içinden sarsılmaya başlandı.

Doymak bilmez iştihalarıyla dünyayı kendilerine az görenler, köle ticaretiyle başlattıkları sömürü sistemini “küreselleşme” yaveleriyle sınırları, gümrük duvarlarını yıkarak bağımsızlık sevdasıyla yanıp tutuşan milletleri sermayenin şirketlerine peşkeş çekme peşine düştüler. XX. Yüzyılın başında çift kutuplu iken yüzyılın sonunda neo-liberal kapitalist sistemin hâkimiyeti altına girmeye başladı. Modernitenin bütününü parçalayanlar anglo-sakson zihniyetin ahlak anlayışının zirve yaptığı pragmatist ahlakın labirentlerinde kendini kaybeden bir toplum yaratma sevdasındalar. Ahlaki hiçbir yargıya boyun eğmeyen, hiçbir sınır tanımayan herkesin yaptığının kendisi için olduğu, çıkarcı bir toplum ve insan yarattılar.

Kendi hayat anlayışımız içinde insani ilişkilerimizde birbirimizi Yaratıcıya emanet eden bizler “kendine iyi bak” diyerek ilahi olanla bağımızı kopararak egoizmin doruklarına ulaşan ve “ben” diyen insanlardan oluşan bir kitle ürettik. Kopmaz sevdaların, komşu komşunun külüne muhtaçtır diyen bir dayanışma ruhuyla birbirine ihtiyaç duyan insanların toplumundan “insan insanın kurdudur” paradigmasından yola çıkanlar, süte su katarak satan müflis tüccarların elinde oyuncak oldular.

Türk toplumunun hayat damarları bin yıllık bir süreçte kendi kültüründen ve sahip olduğu imanından beslenmişti. Bozulan hatta bazılarına göre kokuşmuş hayat tarzımızın “yeni bir nizam, ahlakta, hukukta, sanatta, dinde ve devlette insanlığa dayanacak yeni temeller bulmak zarureti gençlerimizin zayıf omuzlarını şiddetle sars…”tığı görülüyor. Çünkü ortaya çıkan gelişmeler, insanlığın yüzündeki sahte perdeyi yırtmış kralın çıplak olduğu görülmüştü. Bu sorumsuzluk ve iradesizlik “faciası yüzünden hayatımızı her sahada istila eden sahtekârlıkları hadiselerin hakiki hallerinden ayırt edemiyoruz.” Kalbin ihtiraslarını terk eden ve nefsin peşine düşen ihtiraslarımız içinde yanan ilahi aşkı maddeperestliğe tercih eden insanımız hem kendi hayatını hem de toplumsal düzeni yerle yeksan etti. Bu durumu “dış etkiler, haksız otoritelerin gösterdiği yanlış yollar içimizde çimlendirildi” şeklinde yorumlayabiliriz.

İnsanın dünyada yaşamaya başladığı andan günümüze kadar ve yaratılışımıza uygun olarak gelişen ahlak sistemimiz, meşru olan otorite kaynaklarına her zaman yardımcı olarak var olmuştur. Toplumsal düzenimiz bir tarafta siyasi erk diğer tarafta hukuk sistemleri ile bir düzen kurmuştur. Ancak ahlaki değer yargıları her ikisine de yardımcı olmak üzere insanı iç dünyası itibariyle vicdan ve sorumluluk duygusuyla sınırlamıştır. Bu prensip Yüce peygamberin “ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” ifadesiyle en temel paradigma olmuştur.

İnsanlık tarihinin olduğu kadar özellikle hayat damarlarını ilahi prensiplerin oluşturduğu bizim gibi toplumların hakikate karşı olan duyarlılıklarını sarsan ve insanı boşlukta bırakan üç önemli düşünce akımı pozitivizm, sosyolojizm ve pragmatizm insandaki imanı derinden sarsan mutlak doğruların olmadığını ileri sürerek insanı muallakta bırakıyor. Böylesi bir zihinsel çaba sonunda sosyal hayatın kurumsal ve kuramsal bütün unsurlarını kaygan bir zemine mahkûm ediyor. Böylece insan ve toplum nasıl bir düzenin içinde yaşaması gerektiğini anlayamadığı gibi içgüdüsel bir zevk ve konfor dünyasının esiri oluyor.

Kısacası bozulan düzenin göreceli hayat anlayışlarından, neme lazımcı bir zihniyetten kurtulabilmenin yegâne yolunun sorumluluk ve irade dünyasına geçişle olabileceğini anlamak zorundayız. Ve seçtiğimiz her eylemin kökeni dini olan bir ahlak sistemine dayanmakla gerçekleşmesi gerektiğini düşünerek hayata aktarmak zorundayız. Tercihlerimizin mutlaka bir çabanın sonunda mümkün olabileceğini anlamak gerekiyor. Manevi olan maddi olana, üstün olan altta olana, amaç olan araç olan değerlere tercih edilerek bozulan sistemlerinin düzeltilebileceğini ve yeni bir nizam, yeni bir hayat kurulabileceğini bilmeli ve uygulamalıyız.

© Yazılar Telif Hakları Yasasına tabidir. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.





Tüm yazarlar için tıklayın

YAZARLAR

Tamamı