Bu yazımız serisinde derlediğimiz A dan Z ye Dörtdivan Sözlüğümüzün G - İ kısmı; G
Gabarmak: Başkasından alınan güçle birine kafa tutmak.
Gağşak: Laçka.
Gah: Öküzlere hareket etmemeleri için söylenir.
Galiz: Cimri, kendisine hayrı olmayan.
Gâni: El arabası.
Garagabuk: Kestane.
Garamuk: Buğday hastalığı.
Garban: Buğday eleği.
Garda: Elbisedeki dikiş hatası.
Garer: Karar, normal ayar, orta.
Gargun: Çok fazla, beklenenden daha kalabalık.
Garsamba: Sıkışık, telaşlı zaman. Ayrıca tipi, fırtına, hortum gibi aşırı sert rüzgarlar da bu adla bilinir.
Gatırkulak: Acıkulağın dikenli bir türü.
Gavanlamak: Sahiplenmek, gözetlemek.
Gavi: Kuvvetli, sağlam.
Gavil: Söz.
Gavilleşmek: Sözleşmek.
Gavlamak: Kabuğu ve deriyi atmak.
Gavsalamak: Çeç üzerindeki samanlı kısmın kabaca alınması.
Gavsara: Zayıf, kemikleri kalmışçasına sıska.
Gavşamak: Harabe hâline gelmek.
Gavşurmak: Bir şeyin iki ucunu birleştirip bağlamak.
Gayım: Sağlam, kavi.
Gayli: Artık, bundan sonra.
Gaynata minderi: Büyük minder.
Gayrımen: Kahraman.
Gazel: Kavak yaprağı.
Geçek balığı: Bir balık türü.
Geçgeyin: Geç vakit.
Gege: Ucu çatallı ve demirden mamul bir alet. Uç kısmı bir değneğe geçirilir. Bu alet samanlıklara doldurulan sıkışmış otları çıkarmada ve çekmede kullanılır.
Gelberi: İneklerin gübresini çekmeye yarayan alet.
Gelingadun: Gelincik çiçeği.
Genirak: Biraz geri kısım.
Gerede günü: Cumartesi.
Gerilik: Belli zamanlarda giymek için saklanan giyecek.
Geriz: Pis.
Gerneşmek: Gerinmek.
Gertlemek: Yılan, kurbağa gibi hayvanların ses çıkarması.
Geven: Otun sararması, katı olmasıyla aldığı isim. Dağlarda yetişen ve hayvan yemi olarak kullanılan dikenli bir ota da denir.
Gez: Ufuk çizgisi.
Gezek: Büyükbaş hayvanların toplanması ve hane sırasıyla otlatılması.
Gezdan: İki yaşına kadar dişi keçi.
Gezi: Bir çobana bütün inekleri katmayla oluşan sürü.
Gı: Kadınlara seslenmek için kullanılır.
Gıcımbet: Küçük krem kutusu.
Gıcıme: Kozalak.
Gıcırdak: Yaylalarda yapılan tahtıravelli.
Gıcırga: Bir direk üzerinde dönebilen uzun bir ağaç gövdesinin iki yanına insanları binmesiyle ve birlikte dönmesiyle oynana bir oyun. Bu oyun daha çok yaylalarda oynanmaktadır.
Gıcırganmak: Bir iş için gönülsüz olmak.
Gıgı: 1. Yumurta. 2. Hayvanların aç kaldıkları zaman çıkardıkları gübre.
Gığışdatmak: Kağıtları sürterek ses çıkartmak.
Gığşalak: Bir mantar çeşidi.
Gıllep: Menteşe.
Gıran artuğu gibi kalmak: Sdece kendisi kalmak.
Gıranguymak: Ölümcül hastalık salmak.
Gıravu: Kırağı.
Gıremise: Beşibirlikten küçük altına denir.
Gırışmak: Bölmek, bölüşmek.
Gırna: Aksi, huysuz.
Gırtılmak: Sararmak, katı olmak.
Gısım: Miktar.
Gış yağması: Kar yağması.
Gış: Kar.
Gıygoşuk burakmak: Biraz açmak.
Gıyılamak: Kıyı dikmek.
Gıyımsız: Cimri.
Gızannamak: Köpeklerin üreme zamanının gelmesi.
Gızgun: Kızgın.
Gidişmek: Kaşınmak.
Gidiyen: Temre. Elde, kolda ve yüzde çıkan egzama türü cilt hastalığı.
Goca ana: Büyük yenge.
Goca baba: Büyük amca.
Gocaoğlan: Ayı.
Goçguz: Bahar aylarında toprağın altında ve ekili arzilerde çıkan bir tür yemiş. Siyah ve ala renkte çeşitleri vardır. Dörtdivan taraflarına özgüdür.
Godak: Eşek yavrusu.
Gopça: Elibesi dümesi.
Gorlamak: Bir şeyi yapmamak. Hor ve hakir görmek.
Gorlu: Kesilmeyen ağaçlara denir.
Goruyucu: Koruyucu. Tarlaları ineklerden, domuzlardan koruyan bekçi.
Gosabennek: İnadına, bile bile.
Gosdak: Havalı, fiyakalı.
Göbel: Çocuk. 3-4 yaşına kadar çocuklara göbel denir. Uşak da kullanılır.
Göcen: Tavşan yavrusu.
Göç güççeği: Yaylaya göç edilmeden önce kömeç, ekmek, börek gibi şeyler yapılırdı. Bunlar köyde, yaylada insanlara ikram edilirdi. Bir anlamda “Biz yaylaya göç ediyoruz!” diye haber verilmiş olunurdu. Buna lokum da denirdi.
Göde: Güvercin yavrusu.
Göde göde: Diyar diyar.
Göğem: Yabani, küçük bir erik türü.
Göğnüm: Gönlüm.
Gök: Mavi.
Gökçek: Yeşil çimenin ilk hâline denir. Gökçeğe gitmek diye bir tabir vardır.
Gökdede: Cemreler düştükten sonra çıkan beyaz ve mavi çiçeklere denir.
Gökgöbek: İlkbaharda yenen bir mantar çeşidi.
Gökgüllü çiğdem: Mavi renkreki çiğdem.
Gölez: Bir yaşından küçük köpek yavrusu.
Gömgök: Masmavi.
Gönenmek: Rahat yaşamak.
Götümek: Getirmek.
Göve: Büyükbaş hayvanları rahatsız eden ve ısıran sineklere denir.
Gövlez: Köpek yavrusu.
Gözer: Geniş delikli eleme aleti.
Gubat: Kaba, kalın.
Gumpir: patates.
Gunnacı: Gebe.
Gunnemek: Koyunların gölgede istirahat etmesi.
Guytak: Çukur.
Guz: Güneş almayan yer. Kuzey.
Guzumelek: Kozalak.
Gübe: Bir poğaça türü.
Gübeç: Ekmek, küçük yuvarlak somun.
Güccek: Poğaça. Köy ekmeğinin küçüğü.
Güccük: Küçük.
Güdümsüz: Uğursuz.
Güğlek: Ağaç vea oyma kabaktan yağ tuz konmak için kullanılan kap.
Güğürdenmek: Yeni dillenmeye başlayan bebeğin ağzından anlamsız sözler dökülmesi.
Gülü: Hindi.
Günlük: Balkon.
Günnek: Yaşlı, büyük ve gölgesi koyu ulu çam ağaçları. Bunlara dede çamları da denir.
Günnemek: Gölgelenmek.
Günü: Kıskançlık.
Günücü: Kıskanç.
Günülemek. Kıskanmak.
Gürnemek: Büyük ve yaşlı çam ağaçlarının gölgesinde koyunların gölgelenmesi. Özellikle koyunlar saat on bir ile üç arasında sıcak havalarda burada gölgelenir. Bu yüzden “Sıcakta koyunun kafasında kurt kaynarmış.” denir.
Gürnet: Etrafı geniş ve hayvanların gölgelendiği çam ağacı. Günnek de denir.
Güvlek: Kova. Guğlek veya guylek de denir.
Güz guymak: Tarlalardaki sapları patoza atmaya denir.
Güz sürmek: Harman sürmek. H
Haggat: Hakikat, gerçek.
Hakırdamak: Gürültüyle gülmek veya konuşmak.
Hakvedi: Hakverdi.
Halep: Oyulmuş patlıcan kurutması.
Halkun: Üzeri taş ile örtülmüş su yolu.
Hamaylı: Hamayıl, muska.
Hambar: Ambar.
Hanay: Tuvalete giden koridor.
Hanımiğne: Çatal iğne.
Hapaz: Bir avuç.
Harabat: Çok israf eden, düzensiz.
Haral: Büyük çuval.
Haralımak: Havlamak, köpeğin birinin üzerine gelmesi.
Harar: Büyük çuval.
Harç: Düğün veya nişan için alınan yiyecek.
Hardal çiçeği: Tarlalar açan küçük, sarı çiçeklere denir.
Harhur: Savurmak.
Harpuç: Odanın tavanına konan ve amur saman karışımı izolasyon şekli.
Hartı: İneklerin gübresini çekmeye veya döğen zamanı samanı itmeye yarayan alet.
Haside: Kavrulmuş un ve şekerle yapılan tatlı.
Hatuyca: Hatice.
Haykürmek: Kabaca bağırmak, kızmak.
Helke: Kulplu su kabı.
Heliprehem: Halil İrahim.
Here: Bir şeyin küçüğüne denir.
Herene: Leen şeklinde büyük bakır tencere.
Hergele: Doğaya salınan atlar, yılkı atı. Başıboş at topluluğu.
Herk: Tarlada bir yeri işlemek. Belli aralılıklarla uzunlamasına kazmak. Bazı yerlerde tarlada sürülüp ekilmeyen yere de denir.
Herkil: Ambarın içinde, içine farklı farklı şeyler konan bölmeler.
Hesna: Hüsna.
Hesüt: Kıskanç.
Heybelik: Römork tahtası.
Hımış: 1. Eski yapılarda ağaç çatması. 2. Tuğa ve ağaçla yapılan ev.
Hırtlaşmak: Düümün sıkılaştırılması.
Hışdama: Sus, konuşma.
Hıştımak: Birisini kızdırmak.
Hiç etmek: Boşa gidermek.
Hirk: Tarlayı sürüp dinlendirmek. Nadas.
Hiykirmek: Refleks olarak geri çekilmek.
Hocalöbedi: Ramazan’da sırasıyla iftar alma ve verme.
Hokra: Hayvanların derisi altında yaşayan asalak böcek.
Holluk: Tavuğun yumurtladığı yer, yumurtalık.
Hollukçu: Yumurtacı.
Hora geçmek: Münasip düşmek, uygun gelmek.
Horanta: Ev halkı.
Horata: Erkeklerin kına gecesi.
Horkut: Umacı.
Horsanba: Kaba ve insana yakışmayan şekilde giyim tarzı.
Hoyuk: Arazide bulunan yükselti. Çobanların taşlardan yaptığı yükseltiye de denir.
Hozan: Ekilmemiş tarla. Hozen de denir.
Hödüklenmek: Şüphelenmek, tedirgin olmak.
Hödüklü: Şüpheci, tedirgin kimse.
Hökelikli: Ağırbaşlı, oturaklı.
Hötlek: Tümsek.
Höykürmek: Kızarak bağırmak.
Huccici: Salıncak.
Hurun: Fırın.
Husa: Gussadan gelme. Dert, sıkıntı.
Husa: Merak, tasa. I
Iccak: Sıcak.
Iğrıp: Usul, yol yordam.
Ih: Ilık, sıcak.
Ildırayaz: Açık havada dondurucu soğuk.
Ildırışık: Aydınlık.
Ilgın: Dere kenarında yetişen ve süpürge yapılan mazıya benzer kısa boylu bitki.
Iramak: Uzaklaşmak.
Iramazan: Ramazan.
Irgatlık: Ekin biçme zamanı.
Irza: Rıza.
Isnuk: Utangaç, çekingen kimse.
Işkı: Ağaç kabuğunu soyma aleti.
Işkın: Sürgün. Ağacın yeni çıkan dalları.
Ivgalı yatmak: Temkinli uyumak, uykulu derinleştirmek. İ
İdare: Eskiden kullanılan lamba.
İfitlemek: Bir karışımın içinden bazılarını seçmek.
İğseri: Çivi.
İğsi: Ocakta bir ucu yanmakta olan odun parçası. Eysi.
İğsiran: Tekneden hamur kazıma aleti.
İkindilik: Öğle ve akşam arası yenen yemek.
İlahna: Lahana.
İlenç: Beddua.
İlimon: Limon.
İlkidin: İlk çocuk.
İlküdün: Bir annenin ilk çocuğu.
İlyan: İleğen.
İmbal: Hayvana dürtmek için kullanılan ucu çivili sopa.
İmmihan: Ümmühan.
İmügül: Ümmügül.
İngün: Alçak.
İrazgi: Menteşe.
İreçer: Reçel.
İrefet: Rafet.
İrehmetlik: Rahmetli.
İrelemek: Küçük görmek.
İresul: Resul.
İribaş: Kurbağanın küçüğüne denir.
İrişkil: Sucuk.
İriyat: Ürün ve mahsulün çok olması.
İrkmek / İrkilmek: Biriktirmek. Örn: “Yumurtaları ben sana irküverürüm.” (Yumurtaları sana biriktiririm.)
İryad: Mahsül, ürün.
İsiyin: Hüseyin.
İsmiyil: İsmail.
İşlik: Üste giyilen gömlek.
İtdirseği: Arpacık da denen göz rahatsızlığı.
İteği: Sac üzerinde bazlama çevirmeye yarayan demir. İşe yaramayan serseri kimse.
İvecen: Aceleci, telaşlı. Evecik de denir.
İvmek: Acele etmek.