DÖRTDİVAN TARİHİ
Dörtdivan’ın tarihî geçmişi Roma dönemine kadar uzanmaktadır. İmparator 1. Theodosius, 384 ve 385 yıllarında bu bölgede oğlu Honorias adına bir eyalet kurmuştur. Gerede ve Dörtdivan çevresi bu yeni eyaletin önemli yerleşim yerlerinden birisiydi.
Burada Gerede’yle ilgili bazı tarihî kayıtlar Dörtdivan tarihi açısından da dikkat çekmektedir. Biz burada bunlardan elden geldiği kadar faydalanma yoluna gittik. Birbirine oldukça yakın iki yerleşim yeri olması ve Dörtdivan’ın yakın dönemlere kadar Gerede’ye bağlı bulunması sebebiyle Dörtdivan’ın Gerede tarihiyle yakın bir ilgisi vardır.
Gerede, tarihte “Krateia” olarak bilinmektedir. Gerede isminin buradan geldiği tahmin edilmektedir. Ancak Gerede’nin bundan daha önce kullanılan başka bir ismi daha vardır: Flaviopolis. Kaynaklar Gerede’nin aynı zamanda İstanbul Patrikhanesine bağlı olduğunu ve buranın bir psikopozluk merkezi olduğunu kaydetmektedir. (Halilullah Özcan, “Dörtdivan’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”, DİVANDER Bülteni, Y. 1, S. 1, Kasım 1996, s. 8.)
Dörtdivan’da zaman zaman görülen tarihi eserlerde ve kalıntılarda bölgenin Roma döneminde ve belki de daha öncesinde yerleşim yerlerinden birisi olduğu anlaşılmaktadır. Aşağısayık Köyü’nde bulunan üzeri yazılı tarihi bir sütun taşı, belediye parkında bulunan aslan kabartmalı heykel, Sorkun Köyü Camii’nin temelinde yer alan taş buna işaret etmektedir. Osmanlıca kitabeli bazı mezar taşları da bölgenin bir zamanlar âlim yetiştiren bir yer olduğunu ispat etmektedir.
Gerede ve Dörtdivan çevresi, Türklerin Anadolu’nun fethinden sonra en yoğun yerleştiği yerlerden birisidir. Bunu, Gerede ve Dörtdivan’da bulunan Horasan Erenlerinin günümüze ulaşan kabirlerinden ve hâlâ yaşayan hatıralarından anlamaktayız. Ayrıca bölge Türk boy isimlerinin en yoğun görüldüğü yerlerin başında gelmektedir. Dolayısıyla 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra buranın bir Türk yurdu olarak ortaya çıktığını, gelişme gösterdiğini ifade edebiliriz.
Dörtdivan ve Gerede civarının Türkler tarafından ilk olarak Kutalmışoğlu Süleyman Şah zamanında ve 1077 yılı civarında fethedildiği tahmin edilmektedir. Buralarda fetihten sonra kurulan divanlarda ki, bunların yedi veya on iki adet olduğu çeşitli kaynaklarda kaydedilmektedir, halkı yeni yönetime ısındırmak amacıyla davullar çalındığı, toplantılar düzenlendiği eski tabirle istimâlet uygulandığı söylenmektedir. Evliya Çelebi’ye göre bu anlatılanlar Anadolu Selçuklu hükümdarı I. Alaaddin Keykubat dönemine tesadüf etmektedir. Selçuklular Döneminde bölge II. Kılıçarslan’ın oğullarından Ankara Meliki Muineddin Mesud’un yönetimine verilmiştir. Daha sonraki dönemlerde burası Anadolu Selçukluları Devletini oluşturan yirmi bir eyaletten biri olarak ortaya çıkmıştır. Anadolu Selçukluları’nın yıkılmasından sonra bir süre İlhanlıların yönetiminde kalan bölge 1363 senesinde Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir.
Bölgenin bu dönemdeki yoğun Türk nüfusuna İbni Battuta ve Evliya Çelebi gibi seyyahlar dikkat çekmektedir. Burası Osmanlılar döneminde bir köy olarak ortaya çıkmış, daha sonraki yüzyıllarda Bolu’nun otuz yedi kazasından biri olarak gelişme göstermiştir. Burada ilçenin isminin de zengin bir geçmişe yaslandığını söyleyebiliriz. Biz bu hususa yukarıda nisbeten işaret etmiştik.
Özellikle yaylak ve kışlak hayatının Türklerin yaşayışında hâkim olduğu zamanlarda divanların çok önemli olduğu, Türklerin bu vesileyle toplandıkları, bir araya geldikleri, alışveriş yaptıkları bilinmektedir. Türk boyları bu divanlarda çok önemli kararlar alırlar ve bu kararlar sonraki divana kadar etkili olurdu. Bolu ve çevresinde bu divanların izlerine rastlamak mümkündür.
Osmanlı arşiv belgelerinde 1530 senesine ait “Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri”nde divan adıyla şu yerler bulunmaktadır: “Avşar Divanı, Ağulu Divanı, Ak Viran Divanı, Alp Divanı, Alpagut Divanı, Alp Arslan Divanı, Basat Divanı, Çepni Divanı, Danişmendlü Divanı, Çağa Divanı, Çağşak Divanı, Çorum Divanı, Çivril Divanı, Deliller Divanı, Demirci Divanı, Eymirşah Divanı” (Alemdar Yalçın, “Divan Durmak”, DİVANKAV Bülteni, S. 10, Haziran 2007, s. 7.)
Buradan hareketle bazı Türk boylarının yılın belli zamanlarında toplandıkları ve istişarede bulundukları anlaşılmaktadır. İbn-i Said isimli bir seyyah da Gerede bölgesine gelmiş ve Dörtdivan ovasında otuz bin civarında çadırın toplandığına şahit olmuştur. (Alemdar Yalçın, “Divan Durmak”, DİVANKAV Bülteni, S. 10, Haziran 2007, s. 7.) Bu bilgi kanaatimizce oldukça önemlidir. Bütün bunlar da bize göstermektedir ki, Dörtdivan Türklerin Anadolu’ya ilk geldiği zamanların hatırasını taşıyan eski bir yerleşim yeridir. Dolayısıyla Türkler fetihten hemen sonra buralara yerleşmişlerdir. Burada divanlar kurulmuş ve toplantılar yapılmıştır.
Bolu’nun mutasarraflık olarak yönetildiği zamanlarda Dörtdivan, Bolu’nun on dokuz kazasından birisi olmuştur. Kazalar elindeki yetkileri çok geniş ayanlar tarafından yönetilmekteydi. Dörtdivan’da tanınan ilk ve en önemli ayan ise Kalınbacakoğlu İsmail Bey idi. İsmail Bey’in çok cesur olduğu ve kendisine Tepegöz dendiği ifade edilmektedir. Kaynaklar Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın adamlarıyla Kağıthâne’de yapılan bir cirit gösterisinde İsmail Bey’in onları yendiğini kaydetmektedir. Ondokuzuncu Yüzyıl’ın ortalarına doğru Dörtdivan kaza olma özelliğini korumuştur. Ancak 1880 senesinde bir nahiye olarak gözükmektedir. (Halilullah Özcan, “Dörtdivan’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”, DİVANDER Bülteni, Y. 1, S. 1, Kasım 1996, s. 8-9.)
Anlaşıldığı kadarıyla Dörtdivan ve çevresinde tarihte divanlar kurulmuştur. Kaynaklar genel olarak bunun yedi tane olduğu bilgisi üzerinde dururlar. Bu yedi divanın zamanla dört ve üç divana düştüğü söylenmektedir. Dörtdivan bir subaşılık ve kasaba olarak da bazı kayıtlarda görülmektedir.
Dörtdivan merkez, yöre halkı tarafından “Cumayeri” olarak bilinir. Bunun ilçenin pazarının Cuma günü olmasıyla bir ilgisi vardır. Ayrıca Çavuşlar Camii de “Cuma Camii” olarak bilinir. Buradan anlaşılıyor ki, özellikle Çavuşlar Mahallesi civarı insanların toplandığı, bir araya geldiği, bir zamanlar burada bir divanın kurulduğu yerlerden idi.
Yukarıda Dörtdivan tarihinin Gerede tarihiyle yakın bir ilgisinin olduğuna işaret edilmişti. Bu hususta Gerede’de bulunan tekke ve vakıf kayıtları da oldukça önemlidir. Gerede Aşağı Tekke’de medfun Hacı Halil Efendi’nin türbesine ait vakıf belgelerinde Dörtdivan’la ilgili bazı kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtların birinin künyesi şöyledir: Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Vakfiye Defterleri no: 1992, Sayfa no: 178.
Fatih Erkoçoğlu’nun Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde yaptığı çalışmalar neticesinde Bolu Fihristinde (2329) Gerede-Dörtdivan-Yeniçağa (Reşadiye) başlığı altında 117 adet vakıf bulunduğu tespit edilmiştir. Bunlardan 98 adedi şahsiyet kaydıdır. Erkoçoğlu’nun bir bildiriye konu ettiği vakfiyeye göre Geredeli Hacı Halil Efendi’nin türbesi için Gazi Ahmed Muhtar Paşa tarafından belirli bir nakit vakfedilmiştir. Ancak vakıf içinde arazi vakıfları da bulunmaktadır. Bu vakfın tarih kaydı 25 Şaban 1272 (M. 1855)’dir. Dolayısıyla bugün yerini tespit edemesek bile Dörtdivan’daki bazı arazilerin vakfa ait olduğu anlaşılmaktadır.
Dörtdivan, 1890 yılında Gerede kazasına bağlı bir nahiye olarak kurulmuştur. Daha önceleri köy olan Kadılar ve Çavuşlar birleştirilerek 1962 senesinde Dörtdivan’da Belediye teşkilatı kuruldu. Bu dönemde merkezin hane sayısı 198 idi. 1965 senesinde yapılan nüfus sayımında ilçe nüfusu 1558’di. İlk belediye başkanı Halil Aksoy (1963-1969) idi. Ondan önce İsmail Yener burada bucak müdürü olarak görev yapıyordu. (Osman Mitralyöz, Gerede, Ankara 1970, s. 87.) Nihayet Dörtdivan 1990 senesinde ilçe olmuştur. (Melda Özdemir, Fatma Yetim, Hülya Kasaplı (Haz.), Bolu İli Yöresel Kıyafetleri ve Folklorik Yapma Bebek Üretiminde Değerlendirilmesi, Bolu Bel. Bolu Araştırmaları Merkezi Yay., Bolu 2011, s. 18.) Yasin ŞEN
Dörtdivan ÇPAL
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni