Maziden Bir Anı;
Dünyada etkisini giderek artıran salgın hastalık, ülkemizi de etkisi altına almıştı. Hastalığa yakalananların sayısı giderek artıyordu. Devletimiz, salgın tedbirleri gereği yurttaşlarımızı korumak adına, yirmi yaşın altındaki gençlerin ve altmış yaş üstü yaşlıların dışarı çıkmalarını yasaklamıştı.
Kaymakamlığın bünyesinde oluşturulan ekibe bizler de dahil edilmiştik. Bu ekibin görevi evden çıkamayan emeklilere maaşlarını ulaştırmak, alışverişlerini yapmak vb. idi. Bizim bugünkü görevimiz, dört emekli vatandaşımıza maaşlarını ulaştırmaktı. Bir gün önceden onları arayıp, konu hakkında bilgilendirmiş, geleceğimizi söylemiştik.
Bir öğretmen arkadaşımla beraber PTT ‘den paraları çektik. Sırayla dağıtıma çıktık. İlk adresimiz olan kasabaya geldiğimizde amcamızın ismini söyleyip ev adresinisorduk, bize yolu tarif ettiler ancak evi bulmakta zorlandık. Amcamızı tekrar aradığımızda, “Oğlumun kasabada manav dükkânı var; ona uğrarsanız o sizi buraya ulaştırır.”dedi. Manavın adını söyledi ve kapattı telefonu. Dükkânı bulmak çok kolay oldu, oğluna durumu anlattık. Yanında çalışan çırağına,” Bir, iki saate kadar dönerim.” deyip arabamıza bindi. Mustafa Amca’nın evine doğru yola çıktık.
Mustafa Amca’nın evini bulamayışımız gayet normalmiş. Ev mahallenin bittiği noktada, yol kenarında tuğladan yapılmış, tek katlı derme çatma bir yapıydı. Mustafa Amca ve eşi bizleri kapıda karşıladı. Hastalık yayılmasın diye insanlar bir süredir misafir ağırlayamadığından bizleri görünce sevindikleri yüz ifadelerinden belli oluyordu.
Sohbet ettik, hallerini hatırlarını sorduk. Hüzünlü bakışlarla Mustafa Amca bizlere içini dökmek ister gibiydi. Hanımı müdahale etti. Onu susturmayı başardı. 85 yaşında olduğunu ve eşiyle huzurlu bir şekilde yaşamını sürdürdüğünü dile getirerek konuyu kapattı.
Teyzemiz çay ikram etmek istedi. Bizler gideceğimiz adresler olduğunu söyleyerek ikramını geri çevirdik. Yanlarından helalleşerek ayrıldık. Salgın hastalık bittikten sonra sizi oturmaya bekliyoruz, diyerek bizi yolcu ettiler. Evlerinin bulunduğu manzara çok güzeldi. Şehir adeta ayaklarımızın altındaydı.
Dönüş yolunda bir-iki dakika arabada bir sessizlik oluştu. Mustafa Amca’nın manav olan oğlu, yaşlı çiftin durumuna üzüldüğümüzü anlamıştı. Çok geçmeden bir bir anlatmaya, içini dökmeye başladı. Bakmayın siz onların şimdi burada yaşamak zorunda olduklarına. Daha bir sene öncesine kadar şu gördüğünüz evler, ahırlar ve tarlalar bize aitti. Üstelik babam yıllarca Avrupa’da işçi olarak çalışmıştı. Emekli olunca memleketine dönmüştü.
Biz, şaşkınlıkla ”Ee ne oldu peki nasıl bu duruma düştüler?”deyince anlatmaya devam etti: “Dört sene önce kardeşim muhtar seçilmişti. Muhtarlığının ilk iki senesinde çok başarılıydı. Köye hizmetleri dokunmuştu. Arkadaş çevresi genişlemişti fakat aynı zamanda kötü alışkanlıklar edinmişti. İçki, kumar vb. nedeniyle borçlanmış, iş disiplinini kaybetmişti. Banka kredileri çekerek borçlarını ödemeye çalıştı fakat olmadı. Onu düştüğü bu durumdan kurtarmak için babamıza ait olan, evler, tarlalar, içinde hayvanları ile beraber ahırlar satıldı. Hatta Düzce’de olan fındık bahçesini bile satmıştı. Kardeşimin beş çocuğu vardı. Yaşadığı düzensiz hayata eşi fazla dayanamadı, boşanma davası açtı. Dava sonucunda eşinden ayrıldı. Hem maddi hem manevi birçok kayba sebep oldu anlayacağınız.” dedi.
Mustafa Amca ilçe kaymakamını makamında ziyaret etmişti. Durumunu anlatmıştı. Kalacağı yeri olmadığını, başını sokabileceği bir yer yapılmasını istedi. Kaymakam, Mustafa Amca’nın hikayesini dinlemiş ve bir ay içinde kendisine yardımcı olacağını söylemişti.Ertesi gün çalışmalara başlanmış ve iki göz odalı,şimdi oturdukları ev yapılmıştı.
Mustafa Amca ve oğlunun hikâyesini dinleyince, insanın ”Ne oldum değil ne olacağım.” diye düşünmesi gerektiğini bir kere daha anlamış olduk. Ayrıca hayatta her şeyin hayırlısını isterken evladın da hayırlısını dilemek çok önemli bir duaydı.