Kültür ve emperyalizmden küreselleşme ve emperyalizme uzanan fakat oldukça hızlı geçen bir zaman diliminden söz edeceğiz. Ancak bilinmelidir ki önce de ifade ettiğimiz gibi emperyalizm yani sömürgecilik tarihin derinlerine kadar gitmektedir ve varlığını halâa sürdürmektedir.
Emperyalizm başlangıçta daha çok ekonomik olarak kabul edilirken zamanla kültürel bir şekil alarak fonksiyon görmeye devam etmiştir. Başlangıçtaki emperyalizm öncelikle kaba güce dayanmaktaydı. Dolayasıyla güçlü olan haklıydı. Gerçi bugün de aynı yöntem geçerli olmakla beraber emperyalizmin bu şeklini yumuşatacak yöntemler geliştirilmiştir.
Kaba saba hatta hoyrat bir emperyalizmden yumuşatılmış fakat gaddarlığından ve sömürgeciliğinden hiçbir şey kaybetmeyen bir emperyalizme nasıl geçilmiştir.
Genel kanaat Fransız ihtilaliyle başlayan süreçte imparatorlukların yıkılıp milli devletlerin ortaya çıkışı ile yeni bir dünya düzeninin kurulmaya başladığı dönemlerin ilk işaretlerini kabul eder. Dini inanca dayalı devletlerin yerini milli etnisiteye dayalı devletler alır. Dönemin vecizesi akıl yoluyla aydınlanmadır. Batı düşüncesinin prensiplerine bağlı her milli devlet kendi içinde homojendir. Akıl, bilim, teknik ve Tanrısız bir insan sevgisi yani hümanizm bütün milletlerin şiarıdır. Ancak toplumların ve milletlerin öz kimliklerini oluşturan kültür unutulmuştur. Yani kültür milletleri birbirinden ayırmakta, dünya devleti kurmaya giden yolda engel teşkil etmektedir. Bunun yerine standartları Batı tarafından oluşturulmuş modern hayatın bütünlüğü her topluma dayatılmıştır.
O halde yapılacak olan birliği dağıtmak sonra birleştirmektir. Amiyane tabirle suyu bulandırmak ve kurtarıcı gibi durulmasını sağlamaktır. Bu yöntemin çıkış kavramı postmodernizmdir. Modernin birleştirdiğini bu kavramla dünyaya nizam vermeye çalışanlar yerle bir etmiştir. Mozaik kültürler ortaya çıkmış kültür birliği bozulmuştur. Batı kendi putunu kendi eliyle kırmıştır. Artık kıble belli değildir. Her etnik kimlik özgürlük ve bağımsızlık peşindedir. Emperyal güçler de bu süreci desteklemektedir. Hatta bu grupların yaşaması için her türlü desteği sağlamaktadırlar. Siyaseten dünün iki kutuplu dünya tasavvuru bugün adeta K.Marks’ın düşündüğü diyalektik metodun sonunda ortaya çıkacağı varsayılan “sınıfsız toplum” idealinde olduğu gibi büyük bir köy şekline dönüşmüştür. Adeta sınırlar kalkmış, gümrük duvarları yıkılmış, devletlerarası antlaşmalar şirketler arası evlenmelere dönüşmüştür. Temeli ekonomik gibi görünen ama gerçekte “tek tip olan bir dünya” “küreselleşen bir dünya”, haline dönüşmüş ya da dönüştürülmüştür. Küreselleşme ekonomik alanda ortaya çıkan bir gelişme gibi görünse de siyasi, sosyal kültürel, felsefi hatta dini alanlarda ortaya çıkmış bütün insanların birbirine benzemesini ideal olarak benimsemiştir. Farklılıklara özgürlük nidaları, siyasette devletleri, inançta büyük dinleri, ahlakta erdemleri, cinsler arasındaki farkı görmezden geliyor sadece maddi hazların peşinde koşan bir nesil ortaya çıkarıyor.
Latince, yunanca ve kilise değerleriyle kurulan Batı medeniyeti ortaçağda kurmaya çalıştığı “Tanrı devleti” idealini “tek tipllığını temsil eden insanlara imtiyaz vermiştir” düşüncesi Amerikan liderlerinin evanjelizm vasıtasıyla yürüttükleri hareket, diğer taraftan Moon hareketi küreselleştirilen dünyanın tek tipleştirilen bir dünyaya doğru atılan adımları olarak görülebilir. Fukayama insanlığın “tarihin sonu”nu yaşadığını ifade ediyor. Esasen bu son neo-liberal kapitalist sistemdir. Yani Amerikadır.
Bu akıl almaz düşünceyi gerçekleştirmenin elbette ki imkânı yoktur. Ancak bu yolda çabaların da sonu gelmemektedir. Böyle bir düşünceyi hayata geçirebilmenin farklı yolları vardır.
Bunlardan ilki kaba kuvvete dayanan bir sömürgecilik. Ancak böyle bir sömürü sistemi karşısında daima zinde güçleri bulacaktır. Mücadele ve savaş her an kapıdadır. Dolayısıyla emperyalizmin bu türü her zaman tercih edilen bir yol değildir.
İkincisi kaleyi içeriden fethetme yöntemidir. Böyle bir yöntem uzun vadeli olmakla birlikte hem kansızdır hem de süreklidir. Bu yöntem kültürel sömürgeciliktir. Bu, birincisi eğitim yoluyla ikincisi sanatın bütün yönleriyle yapılandır. Eğitim yoluyla emperyalizmi şimdilik bir kenara bırakalım.
Somut olan ve olmayan kültürel değerler her toplumun milli gururu ve kimliğidir. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk Türkiye Cumhuriyetinin temeli milli kültürdür, diyor. Kültürel değerlerde özellikle kültürü meydana getiren asli unsurlarda ortaya çıkacak yozlaşma o milletin topyekûn esaretine, benliğinden uzaklaşmasına, güçlü kültüre sahip devletlerin hâkimiyeti altına girmesine vesile olacaktır.
XXI. yüzyıl bilişim çağı olarak adlandırılıyor. Buna enformasyon çağı diyenler de var. Radyodan televizyona, bilgisayarlardan cep telefonlarına (cep bilgisayarlarına) uzanan süreç insan için yasak olanı serbest, ulaşılamayanı ulaşılır kılmıştır. Psikolojik algı oluşturularak kullanılan pazarlamanın gücü sayesinde her şey alınır satılır hale gelmiştir. “bizi ‘tek tip’ yapmaya ve daima efendilerine itaat etmeye ayarlanmış robotlara dönüştürmek” … maksadıyla giydiklerimiz, yediklerimiz, eğence türlerimiz aynılaşmış veya ekonomik güce sahip şirketlerden temin edilmeye başlanmıştır. Böylece bir dünya vatandaşı ortaya çıkarılmıştır veya çıkarılmaya çalışılmaktadır.
Bilgi güçtür diyenler bilgi ve teknolojinin gücüyle yeni bir kültür algısı oluşturmaya çalışmaktadır. Çocuklara yönelik çizgi filmler “kahraman katiller” olarak onları yetiştirmeye çalışmaktadır. Tarihi ve kökü olmayan milli kahramanları ve efsaneleri olmayan sömürgeci devletler teknolojinin ve paranın gücüyle hayali süper kahramanlar icat ederek dünyada akıttıkları kanları temizleyecek deterjanı tanıtmaktadırlar. Öldüren katil olan hegemonik güç döktüğü kanı süper iyilikseverlerle gözlerden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Süpermen, Betmen, Örümcek adam, Kaptan Amerika ve diğerleri. Bilgisayar oyunları, sinema filmleri çizgi filmler bir taraftan misyonerlik yaparken -çünkü her sinema filmi veya çizgi filmde kilisenin olmadığı veya haç işaretinin görülmediği bir sahne yoktur- diğer taraftan “büyük güç büyük sorumluluk getirir” vecizesinden hareketle öldürmeyi hakmış gibi kabul ettirmeye çalışmaktadır.
Bütün bu çalışmaların temelinde yatan kültürel bir soykırım –gerçi hiçbir insani değeri ve insan hakkını dikkate almayan Siyonistler insani bir soykırımı da gerçekleştirmektedirler- yaparak hedefsiz, idealsiz, yarınsız bir dünya gençliği ortaya çıkarmak, yaptıklarına ses çıkarmayacak bir kitle oluşturmak meselesidir. Sanat adına ortaya çıkarılan ve popüler kültürün öğeleri olarak görülen bütün faaliyetler adeta tek elden yönlendirilmektedir. Kısacası daha şuurlu olarak konuya eğilmezsek, medya denilen büyük güç zalimi mazlum mazlumu zalim olarak göstermeye devam edecektir. Çocuklarımızın giydiği ve kullandığı eşyalar hayali kahramanların işaretleri ile doluyken sanat adına üretilen diziler kültürel değerlerimize aykırı hayat tarzlarını her gün yaymaya devam etmektedirler.
Sonuç olarak medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın son yemeği olmak istemiyorsak bizi biz yapan dini ve milli değerlerimize öncelikle aileler olarak sahip çıkmak zorundayız. Bilindiği gibi tüketim kültürü emperyalizmin en büyük silahıdır. Elbette ki insanın ihtiyaçları sınırsızdır. Bu konuda daha dikkatli ve seçici olmak zorundayız. Popüler kültürün parçası olmak yerine asli olanın, kendimize ait olanın sahibi ve taşıyıcısı olmak ve bunu kendi insanımıza, çocuklarımıza anlatmak zorundayız.