Yıllardır Bolu’da yaşadığım hâlde Sarıalan Yaylası’na gitmemiştim. Gitmeye niyetlendim ve artık bunun kendimce zamanının gelmesini beklemeye başladım. Bugün, o günmüş. Sabah kalkınca biraz yazılarla ve başka çalışmalarımla meşgul oldum. Tunahan’a haber verdim. Birlikte gitmeye karar verdik ve saat on civarında yola çıktık.
Önce fırına uğradık. Sonra yolculuğumuz başlamış oldu. Dörtdivan’ın köyleri Dülger, Yağbaşlar üzerinden Bolu merkeze bağlı Tekkedere ve Yenipelitçik köylerine geçtik. Manzara çok muhteşemdi. Özellikle Yenipelitçik Köyü beni her seferinde güzelliği ile büyülüyordu. Köyün hemen girişinde durduk. Biraz fotoğraf çekindik. Etrafı izledik. Yolumuza devam ettik.
Kartakkaya’ya doğru giderken Bolu’nun Kındıra Yaylası’nı başta Sarıalan Yaylası zannettik. Biraz ilerleyince Gökpınar köyünün yaylasının yakınlarında hayvanlarını otlatan bir amcaya Sarıalan’ı sorduk. İleride, dedi. Her iki yayla da çok güzel görünüyordu. Kındıra Yaylası, ormanların içerisinde insana adeta gülümsüyordu. Gökpınar Yaylası, geniş bir alana kurulmuştu. Otlayan hayvanlar görülüyordu. Yaylanın girişinde küçük bir gölet vardı.
Yolumuza devam edince bir amca daha gördük uzakta. Yeni yapılmış bir yolun az ilerisinde traktöründe oturmuş hayvanlarını gözlüyordu. Arabayı bir kenara çekip yanına doğru yürümeye başladık Tuna’yla. Her taraf ormandı. Açık alanlarda sarı çiçekler vardı. Sarıalan’a yaklaştığımızın herhalde işaretiydi bunlar. Amcaya Sarıalan’ı sorduk. Bize Sarıalan’ın tek bir yay olmadığını, birden fazla yaylayı ifade ettiğini söyledi. Gerçekten de Yenicepınar Yaylası’nda sohbet ettiğimiz bir amca da Sarıalan’da on beş kadar yayla olduğunu söylemişti bize. Biz de bunu ilk defa öğreniyorduk.
Yolumuza devam ettik. Genişçe bir alana giriş yaptık hemen. Burası Sarıalan’dı. Çiçeklerle dolu bu açıklığın dört bir yanında yaylalar dizilmişti. Burada orman işletmesi de bulunuyordu. Nitekim kesilmiş ve bir yaylanın girişine deste deste yığılmış tomrukları gördük.
Yolumuza biraz daha devam ettik. Etraf muhteşem bir güzellikteydi. Yenicepınar Yaylası’nın karşısında düşen çamlık bir yerde bir çam ağacının altına soframızı kurduk. Arabamız da karşımızda ve yolun hemen kenarındaydı. İkide bir traktörler geçiyordu. Çok sağlam denebilecek bir kahvaltı yaptık. Öyle ki ben akşama kadar acıkmadım bu yüzden.
Kahvaltıdan sonra Tuna’yla yol boyunca yürüdük. Her taraf su idi. Menderesler oluşmuştu. Bazı yerlerde de küçük göller vardı ve etraf sarı ve beyaz çiçeklerle bezenmişti. Yer yer mor çiçek kümeleri de gözüküyordu. Kısaca muhteşem bir mevsimde gelmiştik yaylaya. Her tarafta koyunlar, kuzular, inekler hatta kömüşler otluyordu.
Yaylacılık başlayalı bir ay kadar olmuştu burada. Biz de Tuna’yla akarsuyun kıyısında, su birikintilerinin yanında ve içinde yürüdük. Bol bol fotoğraf çekiyorduk. Sonra çam ağaçlarının olduğu yere yöneldik. Çamların arasından kahvaltı yaptığımız yere doğru yürüdük. Bu ağaçlar oldukça yaşlıydı. Kahvaltı yaptığımız yere yakın bir ağaca çıkıp müsait bir yerine oturup yazı yazmaya başladım. Sarıalan Yaylası’nın ilhamı oldukça gürdü. Bugün bu yayla için birçok şiir ve yazı kaleme aldım.
Yürüyüşün sonunda jandarma geldi. Bizden kimlik talep etti. Buraya gelenleri kontrol ediyormuş jandarmalar. Galiba bizi defineci gibi bir şey sandılar. Biz de sonra göletin olduğu yere gittik. Orada da muhteşem bir hava vardı. Bir miktar oturduk. Gölü, ağaçları, yaylayı ve karşıda otlayan inekleri seyrettik.
Buradan gölün karşısına geçmek için tekrar anayola çıktık ve Yenicepınar Yaylası’na geçtik. Burada bir amca ineklerini güdüyordu. Adı Ahmet’miş. Sonra epey muhabbet ettik. Yanında Celil Abi adında Mardinli ve İstanbul’daki turistleri bir araçla gezdiren turizmci biriyle tanıştık. Gölün yakınına kadar yürüdük. Bu yaylada öncesinde bir de öğle namazı kılmıştım. Burada epey kaldık ve insanlarla muhabbet ettik.
Sonra müsaade isteyip yaylanın aşağısına doğru devam ettik Tuna’yla. Alıçören Yaylası’nın girişinde bir miktar durduk. Burada güzel vakitler geçirdik. Etrafı seyrettik. Doyumsuz bir manzara vardı. Menderesler, çiçekler beni büyülemişti. Buradan sonra yaylanın çıkışına doğru arabayı sürdüm. Yağmur bulutları da kendisini göstermeye başlamıştı çoktan. Burada da uzun bir vakit geçirdik. Birkaç şiir yazdım. Yine yaylanın güzelliğini seyrettim. Burada da her taraf akan ve yer yer biriken sularla dolmuştu. Bir dere menderesler oluşturarak akıyordu. Oldukça güzeldi. Derede balıklar da vardı. Birkaç kişi balık tutuyordu.
Buradan sonra yolumuza devam ettik. Artık hava serinlemişti. Bugün hava müsait gitmiş ve yaylayı çok güzel ve dolu bir şekilde gezebilmiştik. Öğlene kadar hava güneşliydi. Oldukça verimli ve dolu bir gün olmuştu. Öteden beri gezip görmek istediğim Sarıalan Yaylası’nı görmüş ve doya doya onun güzelliğini seyretmiştim.
Sarıalan Yaylası’nın benim için bir de manevi kıymeti vardır. Burası aynı zamanda Ümmî Kemal hazretlerinin dervişi ve halifesi Sarı Müderris hazretlerinin köyünün yaylasının olduğu yerdir. Yani burada Akçakavak köyünün yaylası da bulunur. Yenicepınar’ın oradan bu yaylayı seyrettik ve fotoğraflarını çektik. Yaylanın hemen üst kısmında Erenler diye bir yer varmış. Bunu bize orada ineklerini otlatan Ahmet Abi söylemişti. Yenicepınar’ın hemen üst tarafında da bir dağda mezarların olduğu bir mevki varmış. Ahmet Abi söz sırasında bize Ümmî Kemal hazretlerinin o çok bilinen bir menkıbesinin değişik bir versiyonunu anlattı.
Menkıbe şöyle:
Padişahın birisinin boynunda üç çıban çıkmış. Ümmî Kemal hazretlerinin şöhretini ve nefesinin her derde deva olduğunu duymuş. Askerlerini onu getirtmek üzere göndermiş. O da “Tabip mi hastanın ayağına gider yoksa hasta mı?” demiş. Padişah gelmiş. Önden de “Şu kadar askerle geliyorum, hepsini doyurmak üzere hazır olsun!” diye haber göndermiş. Padişah Ümmî Kemal hazretlerinin köyüne gelince önce sağlam bir askeri bir tabuta koymuşlar. Bununla Ümmî Kemal hazretlerini sınamak istemişler. “Bunun cenaze namazı kılınacak!” demişler. O da “Ölü niyetine mi kıldırayım, diri niyetine mi?” diye sormuş. “Dirinin namazı kılınır mı, ölü niyetine tabii!” demişler. Namaz kılınmış. Bir de bakmışlar ki, asker ölmüş. Bir keramet daha gösterip padişah ve askerlerin karnını doyurmuş hazret. Ümmî Kemal hazretleri padişahı tedavi ederken çıbanlardan ikisini iyileştirmiş, birisini bırakmış. “Onu niye bıraktın?” diye sorunca “Halkın derdinden anlarsın!” diye cevap vermiş hazret.
Bu menkıbenin değişik birçok versiyonu veya buna benzer anlatıları defalarca dinlediğim halde burada, Sarıalan Yaylası’nda da dinlemek beni çok mutlu etti. Burada, Ümmî Kemal hazretleri ve Sarı Müderris Sinan Efendi’nin yaşadığı bu yaylada bugün yaşlı bir amcanın dilinden onun menkıbesini dinliyorduk. Onlar altı asır kadar önce burada yaşamışlardı. Kurdukları zikir meclisleriyle bu yaylanın güzelliğine güzellik, manevi derinliğine derinlik katmışlardı. Bugün bu hatıraları yâd etmiş olduk.
Sarıalan Yaylası’na ilk defa gelmiş ve burada doyumsuz vakitler geçirmiştim. Bu güzelliğe hayran kalmıştım. Yayla zamanının en güzel aylarından mayısta gelmiştik buraya. Elbette bu güzelliğe şahit olmamızda mevsimin ve havanın kısmen güneşli olmasının da payı vardı. Şükürler olsun. Gözlerimiz ve gönüllerimiz bugün bayram etti. Bu güzelim yaylaya kim bilir daha ne zaman geliriz!