Kültürel olarak ilginç zamanlardan geçiyoruz. Binlerce yıllık kadim medeniyetler ve kültürler dönüştü veya yok oldu. Bununla birlikte kendi gücü kuvveti nispetinde insanlık birikimini, onca tecrübeyi kayıtlara geçiren, kültür konusunda sorumluluk alan ve üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yapan isimler akla geliyor. Rahmetli Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver hocamız kanaatimce bunlardan birisiydi. O, yaptığı kıymetli çalışmalar ve oluşturduğu yüzlerce defterle kaybolmaya yüz tutan kültür mirasımızı kayıtlara alan çok değerli bir insandı.
Tek bir kişi bile elbette bir kültür birikimini belli ölçülerde ayağa kaldırabilir. Fakat kültür sadece birkaç kişinin gayretleriyle üstesinden gelinecek bir mesele değildir. O, zamanda derinlik ve mekânda çeşitlilik arz ettiği için topyekûn bir çalışma ister. Bu yüzden kültür konusunda yapılan her gayretli ve ciddi işi, önemli bir hizmet olarak görüyorum.
Bu düşüncelerle görev yaptığımız yerlerde ve memleketimde yıllar yılı derlemeler yaptım. Derlemelerimden zaman içinde denemeler, makaleler ve kitaplar ortaya çıktı. Bunları ilgili kişi ve kurumlarla paylaştığım zaman ilginç karşılıklar verildi bana. Ordu Büyükşehir Belediyesi’nde bizim köydeki derlemelerimi ihtiva eden dosyamın yayınlanması hususunda ilgili bir kişiye durumu anlatmıştım. Beni, kendince bizim ilçe belediyesine sevk edince şöyle bir düşünmüştüm. Ne düşündüğümü yazmayım şimdi... Yetkili fakat etkisiz elemanlardan kültürümüzün çektiği bela artık elversin, diye dua edelim.
Afyonkarahisar İhsaniye'de yaptığımız derlemeler basılmıştı. Ben de bir hocaya kitaptan götürmüştüm. “Senin işin bu değil ki!” demişti. Arada “Hayırlı olsun, güzel olmuş, eline sağlık!” gibi ibareler beklersiniz, değil mi? İşte bu şahıs bize böyle bir tepki vermişti. Bunlarla ülkemiz nereye kadar yürüyebilir? Bu sorunun cevabını vicdan sahiplerine bırakıyorum.
Tabii kültür meselelerinde karşılaştığım bu nahoş ve cahilce tutumlar beni hayli düşündürdü. Sonra biraz anladım mevzuyu. Kültürü dert edinmeyenler, sorumlu oldukları hâlde hiçbir şey yapmayanlar her yerde. Üstelik bunların bazılarının isimlerinin başında akademik unvanlar bile var.
Kültür böylelerinin işi değil... Kültür bizim işimiz. Basıp geçmiyoruz, yazıp geçiyoruz. Hepsi bu... Kültürü dert edinen kişiler kenarda ve çoğunun da yetkisi falan yok. Fakat makamlarda koltuk kapmaca oynayanlar sorumsuz ve bilinçsizce devletimizin mevkilerini işgal etmeye devam ediyorlar. Hele kültürle hiçbir ilgisi olmayan şahısların kültür kurumlarımızın başına getirilmesi binlerce yıllık kültür birikimimiz için çok üzücü sonuçlara sebebiyet vermektedir. Bir kere bu kurumlarda heyecan sıfırlandığı gibi burada görev yapan çoğu şahıstan önemli bir hizmet hamlesi de gelmemektedir. Durum hâlen böyledir.
Sonuç olarak sözlü kültürümüz hızla millet hafızasının kuytularına çekiliyor. Ehil olmayan şahısların kurumların başına getirilmesi de buna çanak tutuyor. Her geçen gün; nesilden nesle, dilden dile aktarılan sözlü edebiyat ürünlerimizin bir kısmını daha kaybetmekteyiz. Durup üzülmek, hiçbir şey yapmamak veya bunları umursamamak bir şeyi değiştirmeyecek. Zaman hükmünü icra edecek.
Özellikle sözlü kültür konusunda karşılaştığımız bir durum daha var: Bugün sosyal ve beşerî münasebetler için inanılmaz imkânlar sunan teknoloji, getirdiği olağanüstü kolaylıklarla beraber ne yazık ki irfanî ve sözlü birikimin sona ermesini de yanında getirmektedir. Pek tabii ki, bunun önüne geçmek mümkün değil. Ancak yaşadığımız kültüre ait sözlü ürünleri kaydedip derleyerek buna karşı gelebiliriz.
Peki, sözlü edebiyat ürünlerinin derlenmesi bize ne kazandıracak?
Öncelikle bizi köksüzlük belasından kurtaracak en büyük imkân yazılı ve sözlü edebiyatımızdır. Doğup büyüdüğümüz topraklara, aziz vatanımıza bizi ait kılan şeylerin başında bu aziz milletin tarih boyunca gönül ve zihin dünyamızı besleyen, bir kaynak suyu gibi susuzluğumuzu gideren kültürel verimleri gelir. Bunların kıymetini bilmek, kültüre hizmet edenleri takdir etmek lazım. Tabii, kişi kıymeti kadar takdir edebilme kabiliyetine sahiptir. Bir makamı elde etmeye çalışan sorumsuz ve cahil kimselerden hizmeti ve kabiliyetleri takdir etmesini bekleyemezsiniz.
Bahis konusu olan kültürümüzdür. Bu şahıslar gelip geçicidir. Biz kültürümüze ve değerlerimize bakarız. Dağına, yamacına, suyuna, kuşuna, börtü böceğine, hayvanına, kedisine, köpeğine, camisine, çeşmesine şiir, türkü ve mâni söyleyen bir millet sahip olduğu değerleri söz ile korumuş demektir. Bunları bilmecelerine, masallarına, tekerlemelerine konu edinen millet tarihî ve kültürel değerlerini âbideleştirmiş demektir. Biz bunların kayıt altına alınmasına ve kültürel değerlerimizden istifade edilmesine bakarız ve bakmalıyız.
Osmanlı sınırları dâhilinde olduğu hâlde bugün sınırlarımız dışında kalan bir memleketin türkülerini dinleriz bazen. Rumeli, Kerkük türküleri gibi… Hissettiğimiz şey bir vahdet, bir birlik hâli değil de nedir? Bunu sağlayan bir türküdür. Sesin ve sözün gücü elinde korunan tarihimizdir. Unutmamak gerekir ki, kültürümüzü, tarihimizi ve önemlisi de şahsiyetimizi koruyan şeylerin başında sese ve söze bürünmüş kültürümüz gelir. Zamana en çok onlar direnir.
Öyleyse sözlü kültürümüzün artık yokluğa karışan son verimlerini de kayda geçirip gençlerimizin, çocuklarımızın bunlardan istifade etme yoluna gitmeliyiz. Bunlarda bizi bu vatana ait kılan değerlerimiz gizli. Güzel, mutlu, huzurlu, insanlığa ve milletine faydalı bir insan olabilmenin kaideleri milletimiz tarafından bunlara iyiden iyiye sindirilmiştir. Bize kalan sözlü kültür ürünlerini severek sahiplenmektir.