24.11.2024 06:21:16
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21
Yasin ŞEN
14 Nisan 2021 Çarşamba

AKŞEMSEDDİN HAZRETLERİ (1389-1459)

AKŞEMSEDDİN HAZRETLERİ (1389-1459)
Akşemseddin Hazretleri, 1389 senesinde Şam’da dünyaya gelmiştir. Gerçek adı Muhammed Şemseddin bin Hamza’dır. Babası Şeyh Hamza Efendi’yle beraber küçük yaşlarda Samsun’un Kavak ilçesine, bir rivayete göre ise Çorum-Osmancık’a bağlı Kavak köyüne gelmişlerdir. Samsun’un Kavak ilçesinde Şeyh Hamza’ya ait bir mezar bulunmaktadır. Bu mezar yörede Kurtboğan olarak da bilinmektedir. Bu ismin onunla ilgili anlatılan bir menkıbeye dayandığı söylenir. Akşemseddin Hazretleri, dönemin ünlü bir mutasavvıfı olmak yanında birçok ilme vâkıf ilim adamlarından biriydi. Onun Türkçe kaleme aldığı Maddetü’l-Hayat adlı eserinde hastalıkların insandan insana gözle görülmeyen tohumlar yoluyla bulaştığını söylemesi mikrobun tarifine yönelik ilk tarif sayılmıştır. Menâkıb-ı Akşemseddin yazarı Hüseyin Enisî Efendi, tıp alanındaki engin bilgisinden ötürü Akşemseddin’i “Lokmân-ı Sânî” diye nitelendirir (Daha geniş bilgi için bkz.: Göynüklü Emir Hüseyin Enisî, Akşemseddin Hazretleri ve Yakın Çevresi, Menâkıb-ı Akşemseddin, Haz. Metin Çelik, Ark Yay., İstanbul 2016).
Bayramî kaynaklarında onun Hacı Bayram-ı Velî’ye intisabı şöyle anlatılır:
Rivâyete göre Akşemseddin hazretleri, zahirî ilimlerin tahsilinden sonra bir mürşid-i kâmilin dervişi olmayı istemiştir. Kendisine Hacı Bayram-ı Veli tavsiye edilmiş, o da bunun üzerine Ankara’ya gitmiştir. Hacı Bayram Velî hazretlerinin ve dervişlerinin dükkan dükkan gezerek sâillik ettiklerini görünce Ankara’dan uzaklaşıp bir süre seyahat etmiştir. En sonunda Halep’te Şeyh Zeynüddin-i Hafî’nin şöhretini duymuş ve ona intisap etmek niyetiyle yola çıkmıştır. Halep’e bir konak mesafede konakladığı yerde bir rüya görmüş ve bunun üzerine nasibinin Hacı Bayram-ı Velî’de olduğunu anlamış, tekrar Ankara’ya doğru yola çıkmıştır. Bu olay Bayramiye Tarikatı Menakıbında şöyle anlatılmaktadır: “Bir gün Akşemseddîn’e muhabbetullâh galebe eyledi. Neylesün, Şâm-ı şerif cânibinde iki azîzlerün haberin aldı. Bildi ki mürşid-i kâmillerdür, hemân ol cânibe revâne oldı. Yolda giderken bir gün bir yerde nevüm (uyku) galebe eyledi. Bir mikdâr yatdı, uyudı. Hâlinde gördi ki boğazına bir zencîr dakmışlar, bir ucı Hâcı Bayrâm Sultân’un elinde, turmayup çeker. Akşemseddîn ol kadar ikdâm eyledi, boğazını Hâcı Bayrâm Sultân’un elinden kurtarımadı. Bu kez bildi ki kendinün irşâdı Hâcı Bayrâm Sultân elinden olacakdur. Neylesün, çâru-nâ-çâr yine döndi Hâcı Bayrâm Sultân’a. şol zamânda geldi kim Hâcı Bayrâm Sultân dervîşlerile purçak yolarlar idi ta’âm yemeğe başladılar. Ol zamânda gördiler ki Akşemseddîn gelüyorur. Hâcı Bayrâm Sultân’a haber virdiler. “Sultânum, Akşemseddîn gelüyorur.” Didiler. Hâcı Bayrâm Sultân didi kim dervîşlerine: “Akşemseddîn geldiğinleyin selâmın gönlünüz içinden alun, hîç iltifât eylemen.” Didi. Bunlar cemî’an hîç söylemediler, gel sen de bizümle ta’âm yeyelüm dahı dimediler. Dervîşler ta’âmların yidiler, bâkî kalanın keleblere (köpeklere) virdiler. Akşemseddîn hemân vardı, kelebceğezler ile bilece yemeğe başladı. Bu kez Hâcı Bayrâm Sultân, Akşemseddîn’ün böyle eylediğin göricek gözleri yaşıla tolup “Hay kevsecüm, beni aldın a!” didi. Akşemseddîn’i Hâcı Bayrâm Sultân alup bağrına basdı. Hâcı Bayrâm Sultân, Akşemseddîn’e didi kim: “Boğazında zencîri görmeyince i’tikâd idüp gelmedin.” deyicek Akşemseddîn’in aklı başından gidüp bî-hûş oldı. Biraz zamândan aklı başına gelür, elin ayağın öpüp Hâcı Bayrâm Sultân’dan dest-i tevbe eyler.bu kez Hâcı Bayrâm Sultân buna riyâzet emr eyledi. Niçe zamân Hâcı Bayrâm Sultân’a hidmet eyledi. Âhir Hâcı Bayrâm Sultân bunı irşâs eyledi. Kutbi’l-âfâk, ser-çeşme-i tarîkat oldı. Bî-nihâye vilâyeti, kerâmet zâhir oldı.” (Zehra Hamarat (Haz.), Bayramiye Tarikatı Menakıbı Hacı Bayram Veli ve Halifeleri, Dergâh Yay, İstanbul 2015, s. 40.) (Parentez içindeki kısımlar tarafımızdan yazılmıştır).
Aynı menâkıbnâmede Akşemseddin’in bazı halleri şöyle anlatılır: “Rivâyet olunur ki Akşemseddîn gâyetile ehl-i ilim, vâ’iz kişi idi. Va’zınun te’sîri zâhir idi. Söze gelse cemâdâtı (taşları) bükeldir idi ve kerem olsa dağı taşı inledirdi. Her kelimesi dürr-i bîbahâyıdı ve her lafzı bir cevher-i cân-fezâyıdı. İbârâtı sırf hakâyıkidi ve işârâtı pür-dakâyık idi. Hurûfı, zurûfı ma’ârif idi ve her sözi nükte ve letâyif idi. Meclisi kût-ı etkıyâ idi ve işiği mecma’-i zümre-i evliyâyıdı.” (Zehra Hamarat (Haz.), Bayramiye Tarikatı Menakıbı Hacı Bayram Veli ve Halifeleri, Dergâh Yay, İstanbul 2015, s. 39-40.)
Akşemseddin hazretlerinin Risâle-i Nûriyye, Risâletü’d-Dua, Hall-i Müşkilât (Def’u Metaini’s-Sûfiyye), Risale-i Zikrullah, Makâmât-ı Evliyâ,Mâddetü’l-Hayat, Fâl’i Mushaf-ı Kerim, Nasihatnâme-i Akşemseddin, Kimyâ-yı Sa’âdet Tercümesi, Risâle Fî İstilâhâti’s- Sufiyye, Risâle Fit’t- Tasavvuf, Er-Risâle Fi’d-Devrâni’s-Sûfiyye ve Raksihîm, Vakıf-Nâme, Mücerrebât, Cevapnâme, Tabirnâme, Mektûbât, Telhis-u Def’u Metain ve Şerh-i Ahvâl-i Hacı Bayram-ı Veli eserleri önemlidir. Akşemseddin muhtelif seyahatlerinde Hacı Bayram-ı Veli ile bulunmuş, onun Edirne Sarayında Sultan II. Murad ile görüştüğü sıralarda da muhtemelen şeyhiyle bu yolculuğa iştirak etmiştir. Bu yolculuk, onun Fatih Sultan Mehmed’in hocası olmasıyla neticelenecek bir sürecin de başlangıcı olmuştur. Bundan sonra onun İstanbul’un fethinde de hazır bulunduğunu görmekteyiz. Bu fethe Fatih Sultan Mehmed, hocasını bizzat çağırmış ve Akşemseddin de Akbıyık Sultan’la beraber bu daveti kabul etmiştir. Bu durum menkıbelerde onun İstanbul’un fethine mânevî destek olduğunu anlatan menkıbelerin de kaynağıdır. Kaynaklar onun keşif yoluyla Ebâ Eyyub el-Ensârî’nin kabrini bulduğunu ifade ederler. Bu hususla ilgili Tezkiretü’l-Has’taki bazı kayıtlar şöyledir:
“Fâtih Sultân Mehmed şeyhe dedi: “Bu hisârın fethi müyesser olur mu?” Şeyh dedi: “Yarın gece subh-ı sâdık tulûunda gâzîler falân yerden yürüyüş edip feth müyesser olur. Sabâh namâzını kal’ada kılarlar.” Pes dediği gibi vâki oldu. Bir gün Ebû Eyyûb Ensârî Hazretlerinin olduğu mahalle Pâdişâh ile ma’an revâne oldular. Şeyh dedi: “Ebû Eyyûb Ensârî şurada medfûndur. Merkad-ı münevverleri şuradadır.” deyip beyân etdi ve nişân dikdi. Pâdişâh dahi türbe binâ edecek oldu. Bazıları dediler: “Pâdişâhım şeyh nereden bilir Ebû Eyyûb’un merkadini? Karîhasından söyler. Onun eylediği nişânı kaldırın bir dahi nişân eylesin.” Pâdişâh dahi sözlerine uydu. Üç günden sonra yine o mahalle vardılar. Pâdişâh dedi: “Şeyh Ebû Eyyûb’un merkadini unutmuşlar. Bir dahi göster.” Meğer mukaddem Pâdişâh şeyhin beyân eylediği nişânı kaldırıp hâtemini o mahalle defn eylemiş idi. Çün Pâdişâh bu cevâbı eyledikde şeyh dedi: “Bana bir ok getirin.” Tirkeşden şeyhe bir ok verdiler. Şeyh dedi: “Ebû Eyyûb’un merkadleri buradadır. Gösterdiğim yer burası idi.” diye o oku yere sançdı. Oku yatırdı. Gördüler ki ok hâtemin halkasın geçmiş, çıkardı. Şeyh dedi: “Pâdişâh malı yerde kalmaz, derler. Gerçek imiş. Pâdişâh hâtemi oka geçmiş çıkdı. O hâtemini Pâdişâha sundu. Dedi: “Pâdişâhım bir âdeme inanır isen, ta güzel inan. Eğer inanmaz isen tecrübe eyleme!” (İbrahim Has, Erenler Kitabı –Tezkiretü’l-Has, Haz. M. Tatcı-M. Yıldız-Y. Şen, H Yay., İstanbul 2017, s. 337.)

Fethin akabinde Akşemseddin, Fatih’in müsaadesini alarak Göynük’e dönmüştür. Ancak Tezkiretü’l-Has gibi bazı kaynaklarda bu durum biraz daha farklı anlatılmaktadır: “Ba’dehu bir gün Şeyh Göynük nâm kasabaya revâne oldu. Pâdişâh şeyhden haber suâl eyledi. Dediler: “O Göynük’e gitdi.” Pâdişâh çok nesne teklîf eyledi. Kabûl etmedi. Ziyâde ibrâm (ısrar) eylediler. Şeyh dedi: “Bir nesne kabûl etmeziz. Çünki ibrâm edersiniz. Şehrimize bir çeşme getirin. Halk ondan intifâ’ ederler (faydalanırlar).” Pâdişâh dahi Göynük’e bir çeşme binâ etmişdir.” (İbrahim Has, Erenler Kitabı –Tezkiretü’l-Has, Haz. M. Tatcı-M. Yıldız-Y. Şen, H Yay., İstanbul 2017, s. 337.)
Burada ilginç olan husus Bıçakçı Ömer Dede ve Akşemseddin’in Bayramiliğin merkezini Göynük’e taşımalarıdır. İstanbul ve diğer bazı şehirlere göre küçük bir kasaba hükmünde kalan Göynük’ün bu durumu bazı tasavvuf tarihi araştırmacılarının da dikkatini çekmiştir. Bunlardan Sadık Vicdânî, Tomar-ı Turûk-ı Âliyye’de konuyla ilgili şöyle bir yorum yapmaktadır:
“Manevî yüceliği, apaçık kerâmetleri ile anlaşılan, Fâtih gibi pek çok memleketler fetheden bir padişâh tarafından takdîr olunan eş-Şeyh Akşemseddîn için bütün dünyanın baş tâcı olan İstanbul’da öncelikle kendi adına yaptırılacak olan büyük bir han-kâhda, insanların irşâdı ve rabbının zikriyle meşgûl olmak yolu varken ve hatta istenmeden kendisi için böyle bir şeyin yapılacağı kolayca ümîd edilirken, bu tarafa pek istekli gözükmeyip, Göynük’e gitmesi ve orada irşâd ve ilmî eserler telifi ile meşgul olup doktorluk yaparak hayatını kazanma yolunu tutması Hazret-i Akşeyh’in yaradılışındaki yüce ce müstağni bir tavra delâlet eder.” (Sâdık Vicdâni, Tarikatler ve Silsileleri (Tomâr-ı Turûk-ı ‘Aliyye), Yay. Haz.: İrfan Gündüz, Enderun Kitabevi, İstanbul 1995, s. 27-28.)

Akşemseddin’in vefatıyla ilgili ilginç bir menkıbe yine Tezkiretü’l Has’ta kayıtlıdır. Bu menkıbe şöyledir: “Şeyhin bir ehli (eşi) var idi, şeyhi çok rencide ederdi ve şeyhin evlâdları olmağın Hatunun ezâsına sabr eyler idi. Ammâ Hatun eziyetten hâlî değil idi ve Hatun eziyete başladıkta Şeyh derdi ki: “Ben senin diline ve cefâna tahammül etmez, çokdan vefât ederdim. Lâkin şu evlâdlarım öksüz olmasın derim. Onun için ölmezem. Ve Hatunu: “Bak bu mecnûn kocayı ki ölürüm der. Hiç âdem ölmeğe kâdir midir veyâhûd hayâtda olmağa kâdir olur mu der idi.” Bir gün Hatunu şeyhe âdetini ifrât eyledi. Şeyh yine evvelki gibi dedi. Hatunu dedi: “Öl imdi bakayım. Ölebilir misin? Keşke öleydin!” dedi. Şeyh dedi: “Allahu Taâlâ benim hayâtımı ve memâtımı benim elime vermişdir. Dilersem şimdi ölürüm, dilersem birkaç yüz yıl yaşarım. Ölmek, yaşamak benim elimdedir. Benim yaşadığım evlâdlarım yetîm olmasın diyedir. Yoksa çoktan ölürdüm.!” Hatunu dedi: “Her zamân bunu dersin. Yine ölmüyorsun, gayrı usandık.” Şeyh dahi dedi: “Hoş imdi öleyim.” deyip kalkıp câmiye gitdi. İkindi vakti idi. İmâma dedi: “Hanımdan çok eziyyet çekerim. Şimdi âhirete intikâl murâd eyledim. Cemâat ile ikindiyi edâ ettikten sonra mihrâbda sen Yâsîn-i Şerîf’e başla. Ben secdeye varıram. Yâsîn-i Şerîf tamâmında beni yokla.” Çün ikindi nâmâzını kıldılar. İmâm tilavet-i Kur’ân’a başladı. Şeyh dahi secdeye vardı. İmâm Kur’ân’ı tamâm eyledikde gördü ki Şeyh secdede vefât etmiş.” (İbrahim Has, Erenler Kitabı –Tezkiretü’l-Has, Haz. M. Tatcı-M. Yıldız-Y. Şen, H Yay., İstanbul 2017, s. 117.)
Akşemseddin’in kaynaklarda yedi oğlunun isminden söz edilir. Bunların isimleri Emrullah Çelebi, Şükrüllah Çelebi, Sadullah Çelebi, Hamdullah Çelebi, Fazlullah Çelebi, Nasrullah Çelebi, Nûrülhüda Çelebi’dir. Oğlu Hamdullah Çelebi, ünlü bir hattat, divan sahibi bir şair ve Yusuf ile Züleyha mesnevisi müellifidir.
Yasin ŞEN
Dörtdivan ÇPAL
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni





Tüm yazarlar için tıklayın

YAZARLAR

Tamamı