5.05.2024 19:31:40
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21
Zekeriyya ULUDAĞ
2 Mart 2023 Perşembe

COĞRAFYADAN VATANA

COĞRAFYADAN VATANA•
Dr. Zekeriyya ULUDAĞ
Coğrafyanın yani mekânın insanı etkilediği, şekillendirdiği hatta zihniyetini oluşturduğuna yönelik Fransız sosyoloğun bir faraziyesi vardır ve bunu bireyselciliği anlatmada kullanır. Diğer taraftan Alman bir düşünürde benzer bir iddiayı aksi yönde yani toprağı insanın şekillendirdiğini söyler. Her iki iddiada tarihte kendisine taraftarlar bulmuştur. İbni Haldun’un meşhur tespiti ise insanın metafizikî yönüyle alakalıdır. Yani coğrafya kaderdir.
Dünyaya gelen insanın öncelikle yeme-içme gibi fizyolojik ihtiyaçları yanında barınma gibi güvenlik ihtiyaçları herkes tarafından kabul edilmektedir. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz ki mekân ve insan arasında sıkı bir ilişkinin var olduğu bilinmektedir. Her canlı bir çevreye yani tabiata gözlerini açar. İnsanın dışındaki bütün canlılar içine doğduğu gözlerini açtığı çevreye uyum sağlar ve tabiatla uyumlu bir şekilde hayatını sürdürür. Buna karşılık sadece insandır ki adeta tabiata başkaldırır. Ve bu isyanı ile çevreyi yeniden şekillendirerek kendi arzu, bilgi ve inançları doğrultusunda kendisi için yeni bir dünya kurar. Böylece bir taraftan bir kültür inşa ederken diğer taraftan buna uygun medeniyeti geliştirir. Böylece iman, ahlak, dil, estetik, edebiyat, sosyal ritüeller ve benzerleri ile bilim ve buna bağlı sanayi ve teknoloji gelişir.
Biz Türkler anayurdumuz olan Orta Asya’dan Anadolu’ya geldiğimizden bu yana ortalama bin yılı aşkın zaman içinde bu toprakları kendimiz için hem bir kültür ve medeniyet havzası hem de vatan kılmışız. Bu süreçte her medeniyet kendi kütür havzasında gelişir, düşüncesine uygun olarak insanla mekân arasındaki zorunlu ilişkiden yola çıkanlar kendi inanç ve ahlak düşüncelerine uygun olarak yeni meskûn mahaller kurmuşlardır. Bu meskûn yerler mezralar, köyler, kasabalar ve şehirlerden oluşurken buraları ibadet yerleri, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, köprüler, çeşmeler v.s. den oluşturmuşlardır. Bu yapılar insanımızın maddi ihtiyaçlarını karşılarken, diğer taraftan onun aile hayatını ve dışa karşı güvenini, sosyal hayatını, insanlarla olan ilişkilerini değerlerine uygun olarak düzenleme yoluna gitmiştir.
Oluşturulan semtler ve mahalleler toplumun geleceğinin teminatı olan çocukların terbiyesini de yerine getirecek, bütünleşmeyi, birleşmeyi, paylaşmayı, yardım etmeyi, kötülüğe sırtını dönmeyi, ihtiyacı olanlara yardıma koşmayı orada öğrenecekti. Kısacası “ben” diyen değil “biz” diyen bir neslin yetişmesini sağlayacaktı. Buradan hareketle diyebiliriz ki; değerler, yani ahlak, felsefe ve düşünceler ancak köy ve şehir hayatı içerisinde gelişme imkânı bulacaktı.
Nitekim Osmanlı dönemi mimari eserlerinde yapı stoğunun çoğunu oluşturan evler Türk Mimarisinin tabiatla bütünleşen, insan yüzlü, mekanlarını oluşturmuştur. Sokaktan bağımsız evler, tabiatla barışık yapılar, gözü yormayan huzurlu binalar…Buralarda tabiata saygı, insana saygı ve Hakk’a saygı bir arada düşünülmüştür.
XX. yüzyılın başından itibaren modernleşme çabalarıyla hızla sanayileşme yoluna giden ülkemiz, uzun bir süre plansız bir kalkınma yoluna gitmiştir. Mimari de bundan nasibini almıştır. Faydacı bir anlayışla çok fazla ev üretme yoluna giden ülkemiz bilimden uzak şekilde, kalitesiz malzeme kullanma, kurallara uymama yoluna gitmiş bir tarafta gecekonduyu diğer tarafta çağdaş Babil kulelerini icat etmiştir.
Yaşadığımız son deprem felaketi şapkamızı önümüze koyup bir kere daha düşünmemiz gerektiğini hatırlatmaktadır. Toprağa uygun, bilimsel bir kararla insan hayatını ve huzurunu tercih eden, toprakla insanı bütünleştirecek, yeni yapıların mahalle ve şehirlerin kültürümüze uygun devlet millet birlikteliği ile inşa edilmesi gerekmektedir. Ancak o zaman coğrafya yani toprak vatan olacaktır.

---------------------------------------------------------------
• Reha Oğuz Türkkan’ın bir kitabının adı.




Tüm yazarlar için tıklayın

YAZARLAR

Tamamı