Dörtdivan kendindeki zenginlikleri günümüzde yavaş yavaş sergilemeye başlayan yerlerden birisi. Elbette bu da bilgiyle, ilgiyle ve sevgiyle olan bir şey. Nitekim ilçede başladığımız kültür araştırmalarının hemen her gün çok kıymetli sonuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunları biz yazdığımız yazılarla elimizden geldiği kadar dile getirmeye çalışıyoruz. Bu yazıda da en azından üç asırdır bir ailede bulunduğunu düşündüğümüz bir kılıcı söz konusu etmeye çalışacağız. Fakat bundan önce kılıcın kendisinden intikal ettiğini düşündüğümüz Şıh Ahmed, Derviş Ahmed veya Derviş Ahmed-i Dîvânî şeklinde anılan mutasavvıftan burada kısaca söz etmek istiyoruz.
Dörtdivan’ın Yukarıdüğer köyünden olduğu hâlde uzun bir zaman Geredeli olduğu düşünülen bir Şıh Ahmed veya Derviş Ahmed vardır. Bu zat Dörtdivan’da isminin başına “Şıh” ibaresi getirilerek anılır. Fakat bunların tek bir şahıs olduğu anlaşılmaktadır. Onun Menâkıb-ı Kemâl Ümmî adında bir eseriyle Bolulu İsmail adından bir mutasavvıfın şerh yazdığı şiirleri mevcuttur. Her iki eseri de yayınlanmıştır. Bu zâtın hayatı hakkında bazı menkıbeler günümüzde hâlen anlatılmaktadır. Bunların bazıları Ümmî Kemâl hazretlerinin menkıbeleriyle de karışmış bir hâldedir.
Kısaca onun hakkında bilgi verdikten sonra ona izafe edilen ve günümüze kadar ulaşan bir kılıçtan söz etmek istiyoruz.
Aşağıdüğer ve Yukarıdüğer köyleriyle ilgili bir yazıda Şıh Ahmed Efendi’nin bir kılıcının hâlen Bekirgil’de olduğu kayıtlıdır. Bu yazıda bu kılıçla ilgili şu satırlar yer almaktadır: “Bekirgil ailesinden birisi bu kılıcı vaktiyle köyden geçmekte olan koyun tüccarına bir koyun karşılığı satar. Tüccarlar köyün çıkışındaki alanda konaklarken kılıç harekete geçip kesme tehdidinde bulunur. Bunun üzerine kılıcı aldıkları gibi geri verirler. Kılıç birkaç defa yangın geçirmiş. Sapı yanmış ve biraz eğilmiş. Düzeltmek için demirci çekiçle vurduğunda, çekiç her defasında demircinin başına da vurmuş. O gün bugün kılıç olduğu gibi korunmaktadır.” (Bekir Özalp-Recep Şengün, “Aşağı ve Yukarı Düğer Köyü”, DİVANDER Bülteni, Y. 2, S. 3, Haziran 1998, s. 35).
Yukarıdüğer Köyü’nü bir ziyaretimizde İlyas Özalp, kendisinde bulunan bu kılıcı bize göstermiştir. Kılıç eğrilmiş ve birkaç yangın görmüş bir hâldeydi. Kılıcın kabzası da yanmış ve kabzasında sadece metal kısım kalmıştır. Yukarıda nakledilen kılıçla ilgili hikâye biraz farklı olarak bize de nakledilmiştir. Yalnız yukarıdaki tüccarlar burada Kıbrıscık taraflarına koyun ve koç götüren çobanlar olmuştur.
Birgün birkaç çoban bu kılıcı bir koç karşılığında sahiplerinden almış. O gün köyün ilerisinde bir mevkide yatmışlar. Gece uyurken çok rahatsız olmuşlar ve bir türlü uyuyamamışlar. Kendilerindeki huzursuzluğu kılıçtan bilen çobanlar gelmiş, onu sahiplerine teslim etmişler. Bu arada koçu da helal etmişler.
Kılıcı bize gösteren İlyas Özalp, onu birkaç kere demirciye götürdüğü hâlde hiçbirinin bu kılıcı düzeltemediğini nakletmiştir. Demirciler çaresiz bir şekilde kılıcı kendisine iade etmişler.
Yine İlyas Özalp kılıçla ilgili bizzat ninesinin yaşadığı bir hadise de anlatmıştır. Bir zaman kılıcın bulunduğu bu eve iki zât gelmiş. Bu teyzemize kılıcı ziyaret etmek ve karşılığında da para vermek istediklerini söylemişler. Teyze, kılıcı getirmiş, parayı da kabul etmemiş. Adamlar “Alacaksın!” demişler ve o anda kaybolmuşlar. Teyze, ne aldığı parayı bilebilmiş ne de bu adamların nereye gittiğini anlayabilmiş.
Yine İlyas Özalp’in naklettiğine göre bazı hastalar tedavi için ninesine gelir, ninesi de bazı dualar okuyarak kılıcı hastaların etrafında çevirirmiş. Zaman içerisinde bu kılıcın kutsal kabul edildiği ve etrafında tedavi yöntemleri ve ziyaret kültürü oluştuğu anlaşılmaktadır.
Bu kılıcı elinde tutan kişiler ve köylüler kılıcın altı yüz yıllık olduğunu da söylemektedirler. Yine bir rivayette bu kılıç savaş zamanlarında kırmızıya dönermiş.
Sonuç olarak Dörtdivan’da böyle bir kılıcın var olduğunu ve bunun da etrafında önemli bir kültür meydana geldiğini ifade edebiliriz.