DÖRTDİVAN’DAN HİKÂYELER-2 * Yaşlı Bir Teyze ile Köroğlu
Yaşlı bir teyze ile Köroğlu arasında geçen şöyle bir kıssa vardır: “Yaşlı bir nine yolda giderken ‘Köroğlu gözün kör olsun. Köroğlu gözün kör olsun!” diye kendi kendine söylenip gidermiş. Köroğlu da, ihtiyar ninenin arkasından gelirmiş. Ninenin ‘Köroğlu gözün kör olsun!’ sözünü duyunca, nineye yaklaşarak ‘Nine sen Köroğlu’nu tanıyor musun?” diye sormuş. Nine ‘Yok evladım, tanımıyorum.” demiş. Köroğlu da ‘Peki nine sen, Köroğlu’nu tanımıyorsun da, niçin ‘Köroğlu gözün kör olsun.’ diyorsun?’ deyince, nine ‘Evladım, herkes öyle diyor da, ben de deyiveriyorum.’ diye cevap vermiş.” (Yunus Baki Koçak, Gerede’de Dinlediğim İbret Verici Hikâyeler, Ankara 2012, s. 181.). * Zır Beyaz
Dörtdivan’da “zır beyaz” diye bir deyim vardır. Bu ifade “saf beyaz” anlamında kullanılır. Fahri Kayaalp, bununla ilgili şöyle bir hikâye nakleder: “Dörtdivanlının biri İstanbul’un sosyete semtinde yağlı boyacılık yaparken, evin hanımı bizimkine der ki, ‘Ustam şu duvar tamamen beyaz olacak, sakın ola ki başka bir renk kullanma.” “Tamam.” der bizim Dörtdivanlı. “Ben burayı bembeyaz boyarım.” der. Ama hanımefendi ısrarla başka renk kullanılmamasını tekrarlar. Bizimki az düşündükten sonra “Tamam abla anladım. Sen zır beyaz olsun, diyorsun değil mi?” Evin hanımı şaşkınlıkla der ki, “Ustam beyazın içine bir de zır katma!” * Aladağ’daki Gizemli Yer
Bir kadın aklî dengesini kaybetmiş. Bu kadın insanların olmadığı ıssız yerlere ev yapar ve orada yaşarmış. Bazen evini bir ormana bazen de dağlara yaparmış. Kadın bir gün Kolan Kayası diye bir yere yerleşmiş. Yerin beş altı metre altını kazmış ve oraya kendisi için yer yapmış. Kadının bir de köpeği varmış. Bu köpek aslan gibi heybetliymiş. Kadın uzun yıllar burada yaşamış. Bir gün yaptığı bu mağara benzeri yer kadının üstüne çökmüş. Kadın ölmüş. Aslana benzeyen köpeği de taşlaşmış. Onun da üzerine zamanla kayalar düşmüş. Bu yere gidildiğinde toprağın altına doğru giden üç, dört basamak görülürmüş. Bir de köpeğin taşların üzerinde pati izi varmış. Bu dağ Aladağlar’da bulunurmuş. * Bayramlar Yaylası’ndaki Mesire Alanı
Bayramlar Yaylası’nda bir mesire alanı vardır. Bu alan bir adamındır. Geçmişte bu adamın rızası ile buraya bir mesire alanı yapılmıştır. Adam önceden burada çeşitli ağaçlar yetiştirmiş. Bu ağaçlara gözü gibi bakmış. Yıllar geçmiş ve adam bir gün vefat etmiş. Ölmeden önce bu ağaçların kesilmemesini ve kesilse bile bu alanın dışında yakılmamasını söylemiş ve aksini yapanlara beddua etmiş. Adam bunları söyleyince kimse o ağaçlara dokunmaya cesaret edememiş. Ama kadının biri bu kuralı çiğneyip oradan odun almış. Evine götürüp sobaya atıp yakmış. Bir süre sonra görünüşte hiçbir sebep yokken kadının evi tutuşmaya başlamış. Ev yanmış da yanmış. En sonunda yanacak bir şey kalmadığı hâlde ateş sönmemiş. Sonra o kadın evinin yanmış küllerini alıp o ormana koymuş ve evin yerinde yükselen ateş böylece sönmüş. * Sümme Yaylası’ndaki Teyze
Deveciler Mahallesi’nin Sümme Yaylası’nda bir yaşlıca teyze varmış. Herkesin onlarca koyunu, ineği varken bunun sadece bir koyunu varmış. Kadınlar yaylada bir araya gelirken kimi yağının, kimi de sütünün eksildiğinden söz edermiş. Bu teyzemiz de hep “Allah bereket versin!” diye dua edermiş. Hiç şikâyet etmezmiş. Bu teyze her gün yayık yayarmış. Bunu görenler de bir koyunla bunu nasıl yapıyor diye şaşırırmış. O teyzenin ermiş kimselerden olduğuna, hatta geyiklerden süt sağdığına inanılmış. * Âşık Dertli’nin Dörtdivan Yılları
Âşık Dertli, ilk gençlik yıllarında Dörtdivan’ın Deveciler Mahallesi’nde Öliyenler Mahallesi’nde (şimdiki adı Osmanlı Mahallesi) Giziroğulları’ndan Hacı Mehmet’e çobanlık yapmış. Deli dolu bir gençmiş. Ayrıca o zamanlarda “Hayır Odası” diye bilinen köy odasında gelen giden misafirlere hizmet de etmiş. Aynı aileye mensup yaşlı bir nine Âşık Dertli’yle ilgili şunları anlatmıştır: “Dertli hem hayvan bakıcılığı hem de misafirhâne hizmetkârlığında bulunmuştur. Bir gün bu Dertli atla gelen bir misafirin atının yularından tutmuş, onu misafirhâneye götürüyormuş. Hayli yorulmuş. Kızgın bir hâlde kendi kendine ‘Mehmet Ağa, Mehmet Ağa! Bir gün sen de benim atımın yularından tutacaksın!’ diye sersenişte bulunmuş. Aradan yıllar geçmiş. Bir gün ağanın köyçüsünde (evin önünde bahçe) bakımlı bir at üzerinde saçlı sakallı biri, Mehmet Ağa’nın hanımına ağayı sormuş. Evden çıkan ağa, atın yularından tutup misafirhâneye doğru giderken ağanın hanımına gülerek ‘Ahdim yerine geldi.’ demiş. Hanımı Mehmed Ağa’ya ‘Bizim deli oğlan bu, bizim deli oğlan!’ demiş ve Dertli’ye sarılarak orada birbirleriyle hasret gidermişler. * Âşık Dertli’nin Ölümü
Âşık Dertli, Ankara’da Samanpazarı’nda vefat eder. Vefatından bir gün önce pazarda kendinden geçmiş bir hâlde bağırır, çağırır. “Yarın Dertli’nin düğünü var!” diye… Kimse Dertli’nin bu haykırışlarına bir anlam veremez. Dertli kendinden geçmiş bir hâlde bağırıp çağırmaya devam eder. Saz çalar. Ertesi günü bir caminin önünde bulunan bir musalla taşının üzerine uzanan Dertli oracıkta vefat eder. Herkes Dertli’nin dünkü taşkınlığının vefatını haber vermek için olduğunu anlar. Ancak artık çok geçtir. Dertli Samanpazarı’na defnedilir. Cumhuriyet döneminde yol yapım çalışmalarından dolayı Âşık Dertli’nin mezarının taşınması gündeme gelir. Mezarın, doğduğu köy olan Yeniçağa’daki Şahnalar’a taşınması, naaşının oraya defnedilmesi kararlaştırılır. Binbir güçlükle Dertli’nin naaşı Yeniçağa’ya kadar getirilir. Ancak köyüne götürmek için naaşın hayvanlaırn çektiği arabayla götürülmesi zarureti ortaya çıkar. neticede cenaze tedarik edilen bir arabaya yüklenir. Şahnalar’a doğru götürülmeye başlanır. Ancak bugünkü Dertli’nin mezarının olduğu mevkide arabanın bir tekerleği kırılır. Başka bir hâl çaresi bulamayan insanlar naaşı bugünkü yere defnederler. Meğer burası atadan dededen Dertli’nin kendi toprağıymış. Yasin ŞEN
Dörtdivan ÇPAL
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni