Bu yazımız serisinde derlediğimiz A dan Z ye Dörtdivan Sözlüğümüzün T - Z son kısmı; T
Tahaşşut: Her türden biçilmiş kereste.
Tahra: Yanmış, yağlı katran. Ucu çengelli odun kesme aracına da denir.
Tahta balığı: Bir balık çeşidi.
Takanak: Yaramaz, muzur.
Tarhana çiçeği: Güz geldiğinde kırda yetişen bir çiçek türü.
Tarhana dökmek: Tarha yapmak.
Tasvir: Resim, fotoğraf.
Taya: Çeltik dövülen çatallı sopa.
Tebe: Sürekli altına işeyen çocuk.
Tehne: Tenha.
Tek durmak: Uslu durmak.
Tekke: Takke, şapka.
Telbüz: Düzenci, kurnaz kimse.
Teliz: Çıkması zor lekeler için kullanılan demir fırça. Ayrıca patates ve soğan konan fileli çuvallar için de kullanılır.
Tellice: Bir mantar çeşidi. Erişte de denir. Aladağ tellicesi denen bir türü vardır.
Temek: Ahırda hayvan gübresinin atıldığı küçük yer.
Temre: Genelde elde oluşan kaşıntılı hastalık.
Tepsermek: Kurumaya yüz tutmak.
Tevatir: Gayet iyi.
Tıfallak: Küçük yuvarlak.
Tıfıl: Çelimsiz, küçük, deneyimsiz.
Tımışkı: İnce uzun dal parçası. Çımışkı da denir.
Tırbâlı: Hastalıklı, hastalığı eksik olmayan.
Tırımak: Sürüklemek (?)
Tırtlatmak: Temizlemek, süpürmek.
Tıska: Soluk benizli, zayıf.
Tirkit: Elde yapılan dokumalara, kilimlere denir.
Tokaç: Çamşır dövmede kullanılan tahta.
Toklu: Altı aylık kuzu.
Tokurtma: Ahırın önünde gerilen yere denir.
Tokutma: Ağıllara yapılan kapı benzeri engel.
Tomafil: Otomobil.
Tonç: İki tarla arasındaki tümseklik, sınır.
Tongur: Düzgün olmayan yuvarlak.
Tonra: El ve ayaktaki kir.
Tosbağa: Kaplumbağa.
Toskurmak: Suratsız kimseler için kullanılır.
Toyga: Yoğurt çorbası.
Tozak: İnce yağan kar.
Töhmürük: Balgamlı öksürük.
Tömek: Ahırdaki pencere.
Töngemen: Düğün, toy, eğlence.
Törsengi: Ters, inatçı.
Tösge: Kalın, yuvarlak odun, kütük. Sobalık odun. Töske de denir.
Töskelemek: Odunları yuvarlak bir şekle getirmek. Örn: Odunları töskeleyip traktöre attı.
Tutak: Sıcak şeyleri tutmaya yarayan bez.
Tükyalı: Domatesli pirinç pilavı.
Tünek: Üstünde tavukların uyuduğu sırık. U
Ubruk: İbrik.
Uğra: Ekmek yaparken hamurun yapışmaması için kullanılır.
Uğunmak: Çaresizlikten sızlanmak.
Ulaşıklı: Nişanlanmış kız veya erkek.
Ulaşmak: Nişanlanmak.
Ulusu: Akan dere veya çay.
Undan keyri: Ondan sonra.
Unra: Hamurun yapışmaması için serpilen un.
Urba: Elbise.
Usukmak: Hafiflemek, azalmak.
Usumuna: Gelişigüzel.
Ut: Ar, utanma, sıkılma.
Utlanmak: Utanmak, sıkılmak.
Uyuntu: Serseri, tembel, uyuşuk. Ü
Üçgül: Yoncanın pembe, beyaz renkte açıtğı çiçeklerin yörede aldığı isim. Baharda ortalık yeşerince çıkan bir ot çeşididir. Bu otu özellikle buzağılar çok fazla tercih eder.
Üfe: İçi boş ve tanesiz çeltik.
Üfelek: Yaprağından sarma yapılan ıspanağa benzer yaban bitkisi. Efelek de denir.
Üflük: Islık.
Üğrüne üğrüne: Sallana sallana. Halk azğında “uğrine uğrine” şeklinde de telaffuz edilir.
Üleşmek: Paylaşmak. “Öleşmek” de denir.
Ünlemek: Çağırmak, seslenmek.
Ünlemek: Seslenmek.
Ümük: Gırtlak, boğaz.
Üre: Erkeklere hitap için kullanılan bir ünlem.
Ürfet: Rıfat.
Üsseet: “O saat” ifadesinden bozulma. Anında, hemen.
Üstbıcak: Ocakbaşı. Evin veya odanın en önemli kısmı.
Üşencek: Tembel.
Ütmek: Oyunda rakipten bir şeyler kazanmak.
Üvendire: Çift sürerken öküzleri idare etmek için kullanılan uzun değnek.
V
Variyet: Varlık, zenginlik.
Vesayit: Vasıta, araba.
Veysal: Veysel.
Vıcımak: Sulandırmak, oyunbozanlık etmek.
Vırık: Büyük köpeklerin yavrusuna verilen isim.
Vurgun: Âşık, sevdalı.
Y
Yabul yubul: Yapılı, pazulu, iri yarı.
Yağlık: Mendil.
Yakı yakmak: Türkü yamak. Toplumda istenmeyen bir şey yapan kimse hakkında manzum söz söylemek.
Yakmak: Birine veya bir olay üzerine doğaçlama ile türkü besteleyip söylemek.
Yal: Hayvanlara verilen sulu yemek ve meyve artıkları.
Yalabuk: Düzgün, pürüzsüz, kaygan.
Yalama sakar: Burnundan boyun kısmına kadar beyazlık bulunan büyükbaş hayvan.
Yalamuk: Baharda bazı ağaçların gövdesinden çıkan kağıt gibi ve yenebilen şey. Küçük çam ağaçlarından çıkan sıvı.
Yalan sığmak: Yalan söylemek.
Yalaz: Hayvan yemi.
Yalıga gelmek: Köpeklerin çiftleşme döneminin gelmesi. Yalaksamak da denir.
Yallı: Üzerine yemeği dökerek yiyen kimse.
Yalunuz: Yalnız, fakat.
Yaloz: Ateş.
Yandana: Yontulan ağaç gövdelerinin yan yana ve üst üste konularak yapılan ev duvarı.
Yangabuz: Aksi, geçimsiz.
Yanıgara: Büyükbaş hayvanların yakalandığı bir çeşit hastalık. Bu hastalığa yakalanan hayvanların bir yanı çürür. Yerlerinden kalkamazlar. Ölürlerse etleri yenmez, telef olur.
Yalaksamak: Köpeklerin çiftleşme döneminin gelmesi. Yalıga gelmek de denir.
Yanır: Çam sakızı.
Yanıt: Nişan sonrası kız evinden damada gönderilen hediye paketi.
Yanoz: Topluma karışmayan.
Yantaşı: Ocaklığın iki yanında bulunan taşlardan her biri.
Yantiri: Hafif yan yürüyen kimse. Birazcık aksi huylu.
Yapışak: Birisinin yanından ayrılmayan kişiler.
Yarılgan: Su ve sel ile yarılmış arazi.
Yarım: On altı kiloluk tahıl ölçü birimi.
Yarsımak: Gördüğü bir şeyi canı çekmek.
Yaslağaç/Yaslahaç: Sacın üzerine ekmek koymaya yarayan araç gereç. Omuzda ekmek taşınan tahtadan yapılan malzeme. Yasgaç da denir.
Yatsılık: Gecelerin uzun olduğu zamanlarda yenen yemek. Uykuluk da denir.
Yavan: Tatsız, tuzsuz, katıksız.
Yavsu: Kene.
Yayılmak: Hayvanların otlamasına denir.
Yaylım: Otlayan hayvan.
Yazı: Arazi, açık alan, Düz ova.
Yelmik: Baharda Yetişen ve yenen bir ot türü.
Yemen: Ayakkabı.
Yemenilik: Ayakkabılık.
Yemşen: Çam ağaçlarındaki sürgüne denir.
Yençek: Hafif kimse, ağırbaşlı ve oturaklı olmayan.
Yersellemek: Aşağılamak.
Yeşilbaş: Yeşil kertenkele.
Yeşilustan: Yeşil renkli kertenkele.
Yeşil yavru: Hastalıklı kaz ve ördek yavrularına denir.
Yetirmek: Denk getirmek, yetiştirmek.
Yıkıp yömürmek: Yıkmak, dağıtmak.
Yıkuk: Mecazi olarak iki büklüm olan, kamburu çıkmış insanlara denir.
Yılga: Bir balık çeşidi.
Yırmak: Yarılmak, yırtılmak. Örnek: dudağı yırıldı.
Yilikmek: Yaramazlık yapmak.
Yivrik: Becerikli, atik, çevik, rahvan.
Yiyinti: İkramın bol olduğu misafirlikler.
Yiysel: Lezzetli.
Yolak: Patika yol.
Yoluşmak: Bir şeyi yapmaya uğraşmak.
Yosmak: Zannetmek.
Yöniğne: Yorgan iğnesi.
Yörelenmek: Hafif bir şeyler yiyip açlığını yatıştırmak.
Yuğmak: Yıkamak.
Yuğnis: Yunus.
Yuka: Yufka.
Yumak: Yıkamak.
Yumtu: Bulaşık suyu.
Yumurtaaltı: Mıhlama.
Yunmak: Yıkanmak.
Yuntu: Eskiden bulaşık yıkanan suya denirdi.
Yüklük: Eski evlerde yer döşeklerinin kaldırıldığı gömme dolap.
Yüksük: İğneyle beraber dikişte kullanılan ve parmağa takılan nesne.
Yülemek: Kesmek, tıraş etmek.
Yürüklü: Aşermiş hamile kadın.
Yüvrük çivisi: Z
Zabun: Zayıf.
Zağar: Köpek.
Zağmak: Akmak, kaymak.
Zahra: Saman. Hayvan yiyeceği.
Zahur: Sahur.
Zayım: Zaim.
Zebella: İri yapılı insanlar.
Zebinlik: Islaklık, çamur.
Zeher: Seher.
Zelhe: Zeliha.
Zelve: Boyunduruğun öküzün boynuna geçirilen kısmı. Demirden veya ağaçtan yapılan çivi.
Zere: Bir şeyi anlatmak için kullanılan ifade.
Zevli: Bir kavak türü. Bu ağaçlar dikine büyür. Dalları yayvan değildir.
Zeynap: Zeynep.
Zıddıyga: Sıdıka.
Zılgar: Yeni yetişmekte olan çam fidanı.
Zıngıldatmak: Yerinden oynatmak, sarsmak.
Zıravu: Çok iri.
Zırıncamak: Huysuzlanmak.
Zırzop: Düşüncesiz, faydası dokunmayan kişi.
Zilif: Zülüf. Öne dökülen saçlar.
Zoba: Soba.
Zobu: Büyük, iri.
Zölbür: Hantal, savruk, dağınık kimse.
Zuhure: Zühre.