18.12.2024 06:33:05
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21
Zekeriyya ULUDAĞ
18 Aralık 2024 Çarşamba

İnsani Hayvanileştiren Kavram: ŞİDDET

İnsani Hayvanileştiren Kavram: ŞİDDET

Prof. Dr. Zekeriyya ULUDAĞ
Son günlerin en çok duyduğumuz ve duymaktan dolayı insanlığımızdan utanır hale geldiğimiz kelimesi şiddettir. Şiddet, bireysel hayatın huzurunu, toplumsal düzenin yapısını bozan bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Hem insani hem de hukuki olmadığı için yürekleri sızlatan, insanı hayvanileştiren bir durum olarak ortaya çıkıyor.

Hayvanileştiriyor çünkü herkes tarafından bilinen bir gerçektir ki hayvan içgüdüleri ile yaşar ve hayatını devam ettirebilmesi için sahip olduğu yegâne özellik kaba güçtür. Tabiat güçlü olanın ayakta kaldığı bir özellik vermiştir onlara. Allah kontrol edilemeyen gücü hayvana verirken iradeyi ve aklı insana vermiştir. Böylece Max Scheler’in içgüdülerine dur diyebilen yegâne varlık insandır cümlesi felsefe dünyasında dillere adeta pelesenk olmuştur. Şiddet dilimize Arapçadan geçmiştir ve bütün batı dillerinde de aşağı yukarı aynı anlama gelir. Bir birey veya bir grubun diğer insan ve insanlara uyguladığı fiziksel güç kullanımı veya kullanma tehdidi olarak kabul edilir.

Ancak hemen şunu belirtelim ki dünya aynı dünya olmakla beraber insan aynı insan değildir. Tekâmül eden, gelişen ve değişen bir varlıkla karşı karşıya olduğumuz gerçeği ile yüz yüzeyiz. Akla sahip olan insan adeta kendini aşarak başka bir varlık haline dönüşmüştür. Kaba gücü değilse de bilgi gücünü ele geçiren insanoğlu kendisinin dışındaki her varlığı sömürmeye, kendi kontrolü altına almaya kendini mezun hissetmeye başlamıştır. Bunu hem fiziksel şekilde hem de duygusal biçimde uygulamaya devam etmektedir. Bu eylemleri hem iktidar elde etmek hem de onlardan istifade etmek için uygulamaktadır. Bir düşünür böyle olumsuz bir gelişme dolayısıyla XX. Yüzyılı “şiddet çağı” olarak isimlendirmiştir.

İşte o değiştiğini ve geliştiğini söylediğimiz insan, çıkarcı bilgiye ve kaba kuvvete dayalı eylemlerini sadece fiziksel şiddet şeklinde değil cinsel saldırganlık, duygusal ve psikolojik şiddet, sosyo-ekonomik şiddet, aile içi şiddet, medya yoluyla ve iletişim araçları vasıtasıyla saldırganlık ve şiddet, zararlı bir takım uygulamalar yoluyla gerçekleştirebilir.. Bu arada insanın kendi kendine uyguladığı şiddet biçimlerini de sayabiliriz. Bireysel şiddet biçimlerine karşılık kolektif şiddet biçimlerine de rastlanılmaktadır. Bunlar çoğu zaman kamu otoritesi olan devletin ender olarak toplumsal düzeni sağlamak adına hukukun içerisinde ve hukukun izin verdiği sınırlarda meşrulaştırılanlardır. Birde siyasi ve ideolojik bir düşüncenin zorla uygulanmaya çalışılması anlamındaki şiddet ise terör olarak ifade edilir.

Şiddet sadece günümüz dünyasında gerçekleşen bir hadise değildir. Hayvanlar âlemi ile insana ait dünyada başlangıçtan beri ve her toplumda var olan olumsuz bir durumdur. Hatta bazı kültürlerde tabii bir eylem gibi algılandığı da olmuştur. Dolayısıyla şiddet psikoloji, sosyoloji, antropoloji, siyaset bilimi, hukuk ve din gibi sahaları ilgilendirmektedir. Şiddetle ilgili yapılan çalışmalara bakıldığında onun tamamen toplumsal bir hadise olduğu gibi bir kanaat oluşmaktadır. Elbette her şiddet hadisesi toplumsal düzeni bozmaktadır. Sadece toplum içindeki bireysel hayatı değil yapısallaşmış ve bir düzen oluşturmuş kurumlara olan güveni sarsmaktadır. Her hadisenin bir havzası vardır ki bu şiddet için toplum ve onun kurumları olan yapılardır. Çünkü her şiddet hadisesi karşı tarafa uygulanmaktadır. Bu erkek, kadın veya hayvan hatta tabiat olabilir.

Toplumsal düzeni oluşturan gelenekler, töre, din, ahlak ve özellikle de hukuk sistemi sayılabilir. Ahlak kaideleri toplumsal baskı aracı olmakla beraber cezai bir yaptırımı yoktur çünkü bireysel davranışları ilgilendirir. Ancak normlardan oluşan hukuk her olumsuz eylemi ve şiddeti önlemede cezai kaideler koymuştur. Buna rağmen gelişen dünyada şiddet azalmak şöyle dursun her geçen gün biraz daha artmaktadır.

Darwin, insanın en temel iki özelliğinden birinin cinsellik diğerinin saldırganlık olduğunu ifade etmiştir. Bu iddia insanın doğuştan şiddete meyilli olduğunu ileri sürmektedir. Batı medeniyeti böyle bir düşünceyi bilgi güçtür diyerek adeta mühürlemiş ve insanın her şeyi yapabileceğine kapı aralamıştır. Diğer taraftan Hristiyanlığın insanın doğuştan günahkâr yani kötü olduğu inancı da şiddete adeta yol vermiştir. Bu düşüncemize, Batının Doğuya, Kuzeyin güneye yani gelişmiş ülkelerin diğerlerine uyguladıklarını görünce hak vermemek mümkün değildir. Şiddetin dini, ırkı olmaz diyenlere hak vermekle beraber Müslüman olmayan dünyanın Müslümanlara uyguladıkları şiddeti görünce yukarıdaki düşüncenin çok geçerli olmadığını söyleyebiliriz.

Toplumsal düzeni sağlamak ve şiddeti önleyerek insanı mutlu ve huzurlu kılmak için oluşturulan hukukun, çoğu zaman içyapıda yetersiz kalmasına karşılık uluslararası alana geçildiğinde hiç işe yaramadığını görmekteyiz. Özellikle kadına şiddeti önleme konusunda sözleşmelerin kabul edilmesini ve böylece şiddetin önlenebileceğini ileri sürenler ulusal ve uluslararası alanda bırakın sözleşmeleri hukukun bile işe yaramadığını bir türlü görmüyorlar.

İnsanlık tarihi kanla yazılmıştır şeklindeki düşünceler insanın şiddete meyille olduğunu ifade etmeye çalışırlar. Yaratılış teorisi yani dinin insanın yaratılışı ve dünyaya yayılışı noktasında Habil ve Kabil örneği adeta bu şiddeti anlatır gibidir. Kabil’in Habil’i öldürmesi ile başlayan süreç günümüzde de çeşitli şekillerde gerçekleşmektedir. Bu tarihsel şiddet hadisesine rağmen insanın gelişim tarihinde farklı düşüncelere de rastlamak mümkündür. Batı dünyasında Rousseau, insan Tanrının elinden çıktığında tertemizdir, onu kötü yapan içine girdiği toplum ve kültürdür diyen birisi olarak karşımıza çıkar. Bütün ilahi dinler esasen insanın yaratılıştan iyi olduğu inancı üzerinde durur.

Özellikle “kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak; teslim etmek, vermek; barış yapmak” anlamlarındaki silm (selm) kökünden türemiş olan İslâm’ın “boyun eğmek ve iradî olarak uymak suretiyle barış ortamına girmek” (TDV) anlamına geldiği bilinmektedir. Zaman zaman sosyal medyada İslam’ın cihad fikriyle şiddete kapı açtığını söyleyenler, İslam’ı anlamadan iftira atmaktadırlar. Savaş ve barış hukukunu anlamadan konuya yaklaşanlar daha başlangıçta barış anlamına gelen bir dinin şiddete müsamaha göstermesi mümkün değildir.

İslam insanı anlatırken gerçekçidir. Hem insanın yaratılışındaki yüceliğe işaret eder hem de insandaki zayıf yönleri ifade eder. “And olsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık( İsra70). “Biz insanı en güzel şekilde yaratmışızdır”(Tin 4). Bu konudaki ayetleri uzatmaktansa şunu ifade edelim ki pek çok ayette insanın akla sahip bir varlık olduğu, düşünebildiği ifade edilir. Buna karşılık Kur’an insanın zaaflarından da söz eder. Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır (Mearic 19).?Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır (Mearic 21). Allah sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır(Nisa 28).?Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu.(Maide 30) Kısacası insan yaratılışında güçlü ve zayıf yönleriyle yaratılmış olarak dünyaya gelmektedir. Aklı ve nefsi arasındaki mücadelesi onu zaman zaman kötülüğe sevk etmektedir.

Zaten hem bireysel hem de toplumsal olan şiddet, iradenin ortadan kalkmasıyla kişinin baskı ve saldırganlık duygularıyla nefsine uyması meselesidir. Şiddeti önleme noktasında hukuki normları keskinleştirmek diğer taraftan da eğitim ve ahlaki değerleri davranışa dönüştürerek hayata aksettirmekle mümkün olacaktır. Toplumsal düzenin sağlanması otoritenin gücünü somutlaştıran hukuk yoluyla mümkündür. Bir avuç güç bir çuval haktan daha yeğdir diyen düşünceler düzenin sağlanmasından ziyade zulmün yaygınlaşmasına yarayacaktır. Şiddetin ve saldırganlığın arttığı toplumlarda güven duygusu ortadan kalkmıştır. Kaba gücün hâkim olduğu toplum adaletin olmadığı dolayısıyla hukukun temellerinin yıkıldığı toplumdur. Toplumu bir arada tutan, adaletin uygulanmasına vesile olan devlete karşı ortaya çıkacak güvensizlik huzurun olmadığı ve insanların mutsuz oldukları bir hayatı ortaya çıkarır.

Saldırganlığın her çeşidinin önlenmesi, ekonomik yapının güçlendirilmesi, bilginin yaygınlaştırılması ile mümkündür. Bunun yolu da eğitimden okuldan geçmektedir. Şiddetin önlenmesinde önemli yollardan birisi de ahlak meselesidir. Kaldı ki ahlak hukukun da en temel yardımcısı olarak kabul edilir. “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzeri gönderildim” diyen Hz. Muhammed Veda hutbesinde kadını Allah’ın emaneti olarak ifade etmiştir. “Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emri ile helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır.” Şeklinde hitap ederek bu konuya dikkat çekmiştir. Kur’an cinsel saldırganlığı ve istismarı yasaklayarak insanları daima Allah’ın kitabına uymayı tebliğ etmektedir. İslam öncesi Türk toplumunda kadına şiddet kabul edilmediği gibi kadın erkeğin yanında ailenin temel ferdi olarak kabul edilmiştir. Hatta hakanın hatunu yönetimde onun yanında yer almıştır.

Kısacası şiddet kime uygulanırsa uygulansın insani bir eylem değildir. O kaba güce dayalı iradi bir davranış olmadığı için hayvanlar âlemine aittir. Şiddet hem bireysel hayatımızın mutluluğa giden yolda huzuru bozan hem de toplumsal yapımızı kaosa sürükleyen bir eylemdir. Şiddeti önlemenin önemli yollarından biri öncelikle şiddete iten dili değiştirmekle mümkündür. Diğer hususlarda alınacak tedbirlerin yanında hukukun normlarının eşit ve tarafsız bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Şahsi kanaatim daha da önemlisi eğitim ve ahlakın geliştirilmesi meselesidir. Ailenin güçlendirilmesi ve kadının eğitilmesi önde gelen görevlerimiz arasındadır. Çünkü kadını yücelten ve yetiştiren toplumlar geleceğe sahip olanlardır.
uludag14@hotmail.com




Tüm yazarlar için tıklayın

YAZARLAR

Tamamı