Sonbahar Düşünceleri ve Kavak Ağaçları
Ümmi Kemal hazretlerinin dervişlerinden Sarı Müderris Sinan Efendi’nin köyü Yeniakçakavak’a doğru gidiyordum. Bir taraftan da buraya neden Akçakavak dendiğini düşünüyordum. Biraz sonra yol boyunca sıralanan ve yapraklarını esen her rüzgârla beraber yeryüzüne biraz daha seren kavak ağaçlarıyla karşılaştım. Yapraklar yol boyunca kenarda yığılmış idi. Ortalığı tatlı bir gazel kokusu sarmıştı. Bir kenarda durdum. Arabanın açık camlarından içeriye süzülen yaprakların kokusunu derin derin içime çektim. Zihnimde birden kavak ağaçlarının hâkim olduğu o hiç kaybolmayan ve bir his şeklinde içimizde dâimâ yaşayan hatıralar canlanıverdi. Köydeki kavak ağaçlarını hatırlamak ve şöyle bir hüzünlenmek karşı konulmaz bir arzu oldu benim için. Ve uzun zamandan beri köyümün hazan mevsiminden ayrı olduğumu buruk bir biçimde hissettim. Derin bir vatan duygusu duydum burada. Mütebessim fakat biraz hüzünle birlikte ilerlemeye devam ettim. Kavak ağaçları sararmış yaprakları etrafa saçarken bende maziye ve toprağıma duyduğum coşkun hasreti harekete geçirdiklerinin farkındalar mıydı acaba?
Yol boyunca serili yapraklara en derin hürmet duygularıyla bir süre baktım. Bunu hak ettiklerini düşündüm. Hayatın en tabi hâline yakın olduklarını, bir renk ve koku cümbüşü hâlinde mâziyi zihnime taşıdıklarını hissettim.
Kavak ağaçları, mûsikîli ağaçlardır. Bir rüzgar eser, onların yaprakları tıpkı bir musiki faslına başlanıyormuş gibi hep birlikte sesler çıkarır. Bu öyle bir sestir ki, başka hiçbir ağaç onlar gibi tabiata böylesine derin ve sevinçli bir mûsikî ile dâhil olamaz. Herhalde başında kavak yelleri esen kişiler de bu mûsikîden etkilenmenin kültürümüze dâhil ettiği bir deyimden nasiplendiler.
Bahar demlerinde de insanın gönlünü saran mütevazi bir tomurcuklanma devri yaşar kavak ağaçları. Bu tomurcuklar bordodan kahverengiye dönen bir renkte, biraz sivri ve yapışkandır. Tuhaf fakat tatlı bir kokusu vardır. Ve daha sonra gelen yapraklanma dönemiyle beraber kavak ağaçlaru baharın saf neşesine dahil olurlar.
Fakat ne yazık ki, köyde onlar bizim hayatımızda derhal gözden çıkardığımız fedaileridir. Hayvanlara yaprak alınacaksa onların dalları kesilir, eve kışlık odun yapılacaksa onların hayatı feda edilirdi.
Bunlardan ötürü içim onlara minnettarlık hisleriyle doludur. Fakat şu sonbahar demlerinde yolların kenarında biriken, ayaklarımızın altında hışır hışır eden, sarının, turuncunun, kırmızının ve kahverenginin binbir tonuyla kendinden geçen, toprağa gıda olan ve gönüllerimize buruk bir mazi tadı bırakan yapraklar gönül dolusu bir vefayı hak etmiyor mu?
Hayatımızda nice nice kavak ağacı oldu. Çocukluğumun derinliklerinde ahşap evimizin yakınındaki kavağı hatırlıyorum ilkin. Oldukça uzundu ve köyün ufkunu kavrayan bir hâli vardı. Sanki hâl diliyle “Bana kimseler bir şey yapamaz!” der gibiydi. Fakat yanındaki söğüt ve vişne ağacıyla beraber zamanla yokluğa karıştı. Kavağın gölgesi çocuk safiyetimle dallarına asıla asıla rızıklandığım vişnenin tadı kadar lezzetliydi.
Bizim köyde kavak ağacının atasözlere konu olan bir yanının olması aslında onun köyün geçmişinde ne denli yer edindiğini gösterir. “Söğüt ve kavak ağacı bana güvenip de kışa girmeyin!” derken odunlarının hemen tutuşup yalımını kaybetmesini mi anlatırdı, bilinmez ama bizler kavağın odunlarıyla ne kadar ısınmışız ve kaç kışımızı onun hanelerimize verdiği samimi sıcaklıkla bezemişizdir!
Baharda havaya saldıkları polenlerinden rahatsız olan hastalar ve fındık bahçelerinin üzerine düşen gölgeleri sebebiyle fındığın veriminin düşmesi yüzünden kavağın itibarı pek fazla olmasa da onlar minnettarlık ve vefa hislerimizden nasiplerini almalılar, diye düşünüyorum. Her ağaç gibi onlar da hayatımızdan çekilip gidiyor bir gün. Geriye mâzimizin üstüne düşürdükleri ve hep uzayıp duran gölgeleri kalıyor. Bir de sükûnete ve samimiyete en muhtaç olduğumuz zamanlar, serin serin hışırdayan yapraklarının sesleri kalıyor zihinlerimizde… Yasin ŞEN
Dörtdivan ÇPAL
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni