5.05.2024 20:41:10
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21
Zekeriyya ULUDAĞ
19 Haziran 2023 Pazartesi

TARİHTEN BİR ŞAHSİYET: SAİD HALİM PAŞA (II)


TARİHTEN BİR ŞAHSİYET:
SAİD HALİM PAŞA (II)


Prof. Dr. Zekeriyya Uludağ
Her devlet, ülke ve toplum canlı bir organizmadır. Bilindiği üzere her canlı zaman içinde doğar, büyür, gelişir sonra düşüşe geçerek hayatını bitirir. Dolayısıyla büyük yapılar olan devletler, ülkeler ve toplumlar meş’um sonu yaşamak istemiyorlarsa kendilerini yenilemek ortaya çıkan değişime ayak uydurmak zorundadırlar. Devlet ve milletler açısından tarihe baktığımızda orada eski kurumlarla ilgili büyük bir çöplük görebiliriz.

Bu durumdan kurtulan istisnai devletler var mıdır? Elbette. Kurumsal yapılar kendini yenileyemese de o devleti kuran fertlerin meydana getirdiği milletler yeni bir ruhla ve şevkle ileriye atılarak yeni bir siyasi birlik kurarak tarihe meydan okumuşlardır. İşte Türk milleti bunlardan birisidir.

Bugünü anlayabilmenin güvenilir yollarından biri tarihi anlayabilmektir. Daha önce bugün dünün kucağında büyümüştür demiştik. Geçen yazımızda ifade ettiğimiz gibi Osmanlı devleti altı yüz yıl devam eden bir süreçten sonra kendisini yenileyemediği için siyasi birliğini kaybetmişti. Ancak bu çözülmeye karşı aydınlardan bir kısmı kötü gidişe dur diyebilmek için farklı düşünceler dile getirmişlerdir. Yazımıza konu olan Said Halim Paşa, düşünceleri üzerinde bugüne kadar onlarca bilimsel çalışma yapılmış olan birisidir. Bu durum devlet adamının dün olduğu gibi bugün de toplumumuz için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. İşte Said Halim Paşa Buhranlarımız isimli çalışmasında bazı meselelere çözüm arayanlardan birisidir.

Öncelikle şunu ifade edelim ki; Osmanlının son dönemlerinde ortaya çıkan Türkleşmek, İslamlaşmak ve Batılılaşmak akımlarına bir anlamda “üç tarzı siyaset” ismi verilebilir. Problemlere çözüm arayanlar bu üç fikri hareketten birine mensup olmuşlardır. Paşa da problemlerin çözümünü İslamlaşmak hareketi içinde görmüş ve çözüm yollarını da buna göre açıklamıştır. Paşa hem kendi geliştirdiği düşünceleri hem de devlet yönetiminde elde ettiği tecrübeleri ile öncelikle siyasi düşüncelerini “Meşrutiyet” başlığı altında kaleme alıyor. Temmuz 1908 hadiselerinden Meşrutiyet’in ilanını ve Kanun-Esasi (Anayasa) nin kabulünü oldukça önemli görüyor. Mutlakıyetin sona ermesi ve Meşruti bir idarenin yürürlüğe girmesini onaylıyor. Ancak meşrutiyetin etnik yapılara tanıdığı haklar yüzünden hızla farklılıkların Devletin birliğini bozduğunu ifade ederken, ruhunu anlamadan Avrupa’dan nakledilen kanunların yeter olduğunu kabul edenlerin hızla yanıldıklarını ifade ediyor. Maarif yani eğitim konusunda da aynı hataya düştüğümüzü Batı’dan naklettiğimiz fikirlerin bize uymadığı konusuna işaret ediyor.

Ülkenin yükselmesini sağlamak için Batı medeniyetinden faydalanmak zorunda kaldığımızı ifade eden Paşa “… aydın sınıf, Batı medeniyetinin tesiri altında şahsiyetini kaybetmiş, aşırı bir Batı hayranlığına müptela olmuştur…” diyerek taklide dayalı zihniyeti eleştirmektedir. Meşrutiyet ve anayasa ile hürriyet oldukça cazip ve vaz geçilmez kavramlardır. Bu düşüncesinden vazgeçmeyen paşa, hürriyet, hakikati arama ve adaleti gerçekleştirme meselesidir. Ancak bu manevi ve fikri ilerleme yolunda sarf edeceği gayretlerle ölçülür diyerek yöntemini ve ölçüsünü dile getirmektedir. Bu garb hayranlığının sonucu olarak yapılmaya çalışılan ıslahat hareketlerini de eleştiren Paşa, “bir milletin örf, adet ve geleneklerini bir günde değiştirmeye kalkışmak, bu örf ve adetlerin gelişmesine ve geleneklerin teşekkül edip yerleşmesine hükmeden içtimai temel kanunları bilmemeye bir delildir. Bunu artık öğrenmeliyiz” demektedir.

İlimde ve eğitimde metotsuz ve gayesiz fikirlerin zararlı olduğunu ifade ederken, sanat dünyamızın da milli bir ruh taşıması gerektiğini ifade etmektedir. Taklide dayalı gelişmelerin sadece asalaklık olduğunu ileri sürmektedir. Osmanlı ilerlemesinin temelini dinin oluşturduğun ifade eden Paşa, dolayısıyla dini ve milli değerlerimize gereken önemi vermemiz gerektiğini dile getirmektedir.

Dönemi içinde yapılan batılılaşmaya karşı çıkan Said Halim Paşa, bu sürecin kötü neticeler vermesinin sebebi olarak milliyetimize aykırı bulunmasındandır, demektedir. “Kendi memleketinin kültürünü, medeniyetini, irfanını inkâr eden veya hakir gören milliyetini kaybeder” görüşündedir.
İctimai (sosyal) buhranlarımızın kaynağı olarak yeni nesillere kazandırılmak istenilen zihniyetin sadece bilim üzerine inşa edildiğini “yeni usul sadece yeni zihniyet hayranlığı ile fen üzerine bina edilmişti” bu şekilde tespit ederken “ahlak ve bilginin, terbiye ve tahsilin ayrı şeyler olduğu anlaşılmamıştır” diyerek uygulanan sistemin bünyemize uygun olmadığını ileri sürmektedir.

Hürriyet meselesine sosyal ve siyasi açıdan bakan Said Paşa, İslam ahlakı açısından konuya yaklaşırken “vazife kelimesini telaffuz eden, hukuk ve hürriyet manalarını da ifade etmiş olur” demektedir. Sosyal hürriyetlerin hak edildikleri nispette kazanılmalarının esas olduğunu söyler. Buna karşılık siyasi hürriyetlerin sosyal hürriyetlerin aksine kazanılmaları diye bir şeyin olmadığını buna mukabil yapabilme gücüne sahip olunmasını ileri sürer.
Osmanlı Türk toplumunun içinde bulunduğu buhranlı durumu anlatmaya çalışan Said Halim Paşanın yaşadığı zaman içinde dile getirdiği problemli alanların günümüz açısından hala aynı şekilde görüldüğünü söyleyebiliriz. Bunlar arasında siyasi yapı, parlamenter sistem, Batı hayranlığı, taklit, eğitim ve öğretimde batıdan aktarılan amaç ve içerikler, sosyal ve düşünsel alandaki buhranlar v.s. Tanzimat’tan itibaren devleti ve toplumu kalkındırmak isteyen devlet ve toplumun ileri gelenleri esasen aynı problemler etrafında birleşmişlerdir. Ancak çözüm noktasında birleşemeyenler hem problemleri günümüze aktarmışlar hem de devleti ve toplumu ayakta tutamamışlardır.
© Yazılar Telif Hakları Yasasına tabidir. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.







Tüm yazarlar için tıklayın

YAZARLAR

Tamamı