TÜRK DÜŞÜNCESİNİN İFADE ARACI OLAN ŞİİRDE
TEVHİD DÜŞÜNCESİ VE DÖRTDİVANLI HİLMİ ÖRNEĞİ
Prof. Dr. Zekeriyya ULUDAĞ
Varoluşçu felsefelerin bir bölümü insan için öz yani cevher kavramının önemli olmadığını var olmanın vazgeçilmez ayağının insanın kendi varoluşunu idrak etmesi olduğunu söyler. Bazılarına göre bu bakış açısı oldukça mantıksal gelmektedir. Yine maddeciler her şeyin ilk esası olan şeyin madde olduğunu ileri sürerek Allah’ı inkâr etmişlerdir. Bilimsel düşünce ile evrende olan her olay ve olguyu tek bir yöntemle açıklayabileceklerini ileri süren bilimcilik düşüncesine dayananlar ile pragmatistler kâinatta inkâr edilemez bir evrimin olması dolayasıyla tanrıya ihtiyaç olmadığını ileri sürmektedirler. Kısacası bunlara göre sadece görünen alem vardır.
Ancak hiçbir varlık kendi kendisine var oluşa geçmediği, hareket edemediği veya kendi gayreti ile varoluşunu tamamlayamadığı düşüncesinden hareket edenler varlığı zorunlu olan bir Mutlak’tan konuşmaktadır. Diğer taraftan ister beşeri isterse semavi dinler olsun Yaratıcı olan bir Allah fikrini dile getirmektedirler. Zira yaratmak ve düzene koymak zorunlu olarak kadir-i mutlak bir yaratıcıyı şart koşmaktadır.
Düşünce tarihi antikçağdan beri genellikle teorik bir şekilde yani nazari olarak ifade edilmiştir. Genellikle kainat, Tanrı, insan ve tabiat gibi konular spekülatif olarak ele alınmıştır. Buna karşılık Türk düşüncesi İslam öncesi ve İslam’dan sonraki uzunca bir zamanda kendisini nesirden çok nazım yoluyla ifade etmiştir. Şiir yoluyla ifade edilen düşünceler zaman zaman hikâyelerde ve yazıtlarda aynı minvalde dile gelmiştir. Genellikle üzerinde durulan konular Töre kavramının içinde yer alan devlet, yönetim, tarih şuuru, toplumsal ve bireysel ahlak ve hayat, Tanrı ve insan gibi konular üzerinde yoğunlaşmıştır. Orhun Abideleri, Kutadgu Bilig, Divan ü Lügati’t-Türk, Ahmet Yesevi Hikmetleri, Hacı Bektaşi Veli Divanı v.s. gibi eserler bu ifadelerimizin kaynağını oluşturur.
Türk düşünce hayatının kozmogoni ile ilgili olanını kollektif tefekkür yani âlemin yaratılışı, ilahlarla ilgili olanı dini akideler, efsaneler ve hikmet bu safhaya aittir. Toplumda değil de fertte ortaya çıkanına “şahsi tefekkür” buna mistisizm (tasavvuf) ve edebiyat (fikir sanatı), sonuncusu ise yine toplumda bireylerin gayretleri ile gelişen “teknik tefekkür”dür diyebiliriz.
Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz ikinci kısımda ortaya çıktığına inandığımız tasavvuf veya sırriliktir ki hiçbir teoriye ve sisteme dayanmayan hayata bakış ve yaşayış tarzıdır. Sadece sezgiye dayanabilir ve doğrudan ilham yoluyla ortaya çıkabilir. Tamamen rasyoneldir ki felsefe burada kendisini göstermiştir.
Türkler Türkistan’dan Anadolu’ya doğru göç ederken üç farklı yol kulanmışlardır. Bunlar Doğu, Malazgirt üzerinden Güney, Halep ve Diyarbakır üzerinden ve Kara denizin kuzeyinden Balkanların üzerinden vuku bulmuştur. Türklerin burada hem kendilerine yeni yurtlar bulmak hem de İslamiyet’ten önce kendilerinde var olan dünyaya hükmetme arzusu İslamiyet’ten sonra ise İla-yı Kelimetü’l-llah’ı yaymak düşüncesidir. Bu inanç cihan hâkimiyeti yani nizam-ı âlem düşüncesi ile birleşerek Müslüman Türk’ü harekete geçirmiştir.
İslam’dan sonraki dönemin en önemli amacı tebliğ ve cihat fikrini harekete geçiren tevhid düşüncesi olmuştur. Diğer taraftan kültürel faaliyetlerin diğer unsurları da bu düşüncenin yayılmasında ve Müslüman olmayan toplumlar arasında kök salmasında etkili olmuştur. Bunlar ekonomik ve zanaatlar alanında ahilikle toplumsal hayata, ruhlara hâkim olma kısmında Ahmed Yesevi dergah’ında yanmaya başlayan ateşin Türk Halk edebiyatı vasıtasıyla kitlelere ulaştırılmasıydı. Bu durumu Köprülü “İslam’iyetten sonraki Türk Edebiyatında milli ruhu ve milli zevki anlayabilmek için en çok tetkike layık bir devir, halk lisanını ve halk veznini kullanmak suretiyle geniş bir kitleye hitabetmiş ve eserleri asırlarca yaşamış büyük mutasavvıflar devridir” şeklinde açıklamaktadır. Eskilerin bir kudsiyyet atfettikleri bu dönem hem Türk düşünce ve hayatının hem de edebiyatının bu şekilde yayılmasına sebep olmuştur.
Türk mutasavvıflarının ve dervişlerinin halk edebiyatı unsurları vasıtasıyla ifade ettikleri “…yeni dini ve tarikatlarını yaymak aşkıyla göçebe Türkler arasına geliyorlar ve yeni mefkûreyi onların anlayacakları bir lisan ve zevk alabilecekleri bedii bir şekil ile yaymaya çalışıyorlardı.”
Türk düşüncesi İslam’dan önce destanlar ve abideler vasıtasıyla hem Türk töresini hem de kozmoloji anlayışını bunun yanında Tanrı ve insan anlayışını nazma yakın bir dille anlatmıştır. Kollektif şuurun bir sonucu olan bu düşünceler sadece teorik olmayıp pratik hikmetler vasıtasıyla hayata yansımıştır.
Kaostan kozmoza ulaşan Türk düşüncesi soyut bir tanrı fikrine ulaşmıştır. Üstte gök tanrı altta asra yer tanrının birleşmesinden insanın ortaya çıktığını ifade eden satırlar daha başlangıçta Monist(tek) bir tanrı fikrinden hareket etmektedir. Yani bu düşünce ve hayat anlayışı İslam’dan önce de vahdetçi bir kozmogoni anlayışına sahip olduğunu göstermektedir.
İslam’dan sonraki dönem ele alındığında temel düşüncenin aynı olduğunu farklılaşanların sadece kavramlar olduğunu söyleyebiliriz. Mesela zıtların birleşmesinden ortaya çıkan monist dünya görüşü tevhitçi bir anlayışa ve imana çevrilmiştir. Diğer taraftan toplumsal adalet ve ahlak anlayışı İslam ahlak ve faziletiyle birleşerek kitleleri etkilemiştir.
İşte bu duygu ve ruhla Yesevi dergâhında filizlenen kabuller dervişlerin dillerinde sözcükler halinde dile gelmiş ve gönüllerde kök salmıştır. Hoca Ahmed Yesevi bütün şiirlerinde “ şer’i ve ahlaki birtakım meseleleri öğüt verici bir emir şeklinde tebliğ ederek uhrevi saadet için mutlaka onlara bağlı kalma lüzumunu anlatmağa çalışmıştır.”
Divan-ı Hikmet’ten:..
Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip/Talep edenlere inci, cevher saçtım ben işte. /Riyazeti sıkı çekip kanlar yutup /İkinci defter sözlerini açtım ben işte.
Nam ve nişan hiç kalmadı, “la…-La..”oldum/Allah zikrini diye diye “…illa…” oldum;/Halis olup, muhlis olup, “…illlah” oldum./“Fena Fillah” makamına geçtim ben.
Uzunca bir dönem inziva hayatı yaşayan Hoca Ahmed Yesevi neden bu yola girdiğini “Önce elestü birabbiküm dedi bil Hakk/”Kalu bela”dedi ruhum aldı ders/Hak Mustafa oğul dedi bilin mutlak/ O sebepten altmış üçte girdim yere” şeklindeki dizelerde anlatmaktadır. O bir taraftan İslam’ın temellerini halkın anlayacağı tarzda anlatırken diğer taraftan bunların yaşanmasını da sağlamaya çalışmaktadır.
Benzer bir yolu Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilig isimli eserindi ifade etmektedir. Saadete ulaştıran bilgi olarak da ifade edilebilecek eser o günün dünyasında Türklerin hayat görüşlerini dünyaya bakışlarını genel kültürlerini din ve dünya görüşlerini sosyal yaşantılarını anlatan birçok öğütler veren bugün dahi uyulacak bir çok prensibi ifade eden bir eser olarak karşımıza çıkar.
Yusuf Has Hacip daha ilk satırlarda tevhid inancıyla başlar. İmanını ve ahlakını sağlamlaştırmasını istediği Türk halkından ve aydınlarından uyması gerekenleri sıralar.
Kadir bir Tanrıdır, her şeyden önce/Çok ham ve övgüler layık tek ana/Ululuk sahibi, kadir, en yüce/Yaratan türeten sahip gücüne
İnsanla ilgili satırlarda ise;
Yarattı, yükseltti, seçip insanı/Ona verdi erdem, bilgi ve aklı/Gönül verdi ona dilini açtı/Ona güzel biçim, gösteriş saçtı
Lisan hakkında;
Anlayış ve bilgi, ileten dildir/Değerini bil ki, söyleten dildir/Dil değer buldurur, erdem buldurur/Dil değer düşürür, kelle vurdurur.
Konuyu Hacı Bektaşi Velinin Makalatı, Yunus Emre’nin şiirleri, Mevlana’nın eserleri ile çoğaltmak mümkündür. Türkistan’dan Anadolu’ya gelen bu sesler bu topraklarda da neşv ü nema bulmuş buralarda da yeşermiştir.
Bunlardan biri de Dörtdivan ilçemizin Doğancılar köyüne mensup olan Dörtdivanlı Hilmi’dir. Gerçek adı Abdullah Halil Efendi’ olan Hilmi, Bolu’nun Dörtdivan ilçesinin Doğancılar Köyü’nde Ali Rıza Ünlü’ya göre 1827 senesinde doğmuş ve 1903 senesinde yine burada vefat etmiştir. (Dörtdivanlı Hilmi ile ilgili bilgiler bu konuda bir çalışma yapan ve Divankav ve İlçe Milli Eğitim müdürlüğünün katkılarıyla hazırlanan çalışmasını kitap haline getiren Dr. Yasin Şen’in Dörtdivanlı Hilmi; Proje Ofset, Ankara,2022. Adlı eserden alınmıştır. Ayrıntılı bilgi için bu esere bakılabilir.)
İslami bir hayat tarzının yaşanması gerektiğini şiirlerinin birçok satırında dile getirir. İslam’ın temel prensibi olan tevhit inancının hayatın temel yapı taşı olduğunu ise şu satırlarda anlatır:
Habibim dostum ya Ganî /Tevhide yâr eyle beni/ Fedâ kıldım cân u teni /Tevhide yâr eyle beni/Zikrinle meşgul olayım /Yana yana kül olayım /Ölmezden evvel öleyim/ Tevhide yâr eyle beni /Gafletten ikaz olayım /Senin vuslatın bulayım /Ağlar iken güleyim /Tevhide yâr eyle beni /Gaflet gömleğin atayım /Varımı yoğa satayım /Tevhid nûruna yatayım /Tevhide yâr eyle beni…..
Dörtdivanlı Hilmi, Türkistan’dan mutasavvıfların ve dervişlerin IX. Yüzyıldan itibaren Anadolu’ya gelen Nizam-ı âlem duygusuyla önce kendilerini sonra çevresindeki halkı İslam ahlakı ile donatarak Allah’ın kelamını yayma faaliyeti ile sorumlu görenlerin evet biz bu işi yerine getiririz, şeklindeki ahitlerinin adeta bir takipçisi olarak görünüyor.
Elbette ki Hilmi’nin yaşadığı dönem ile öncekiler arasında yüzlerce yıl olmasına karşılık ruh aynı ruh gaye aynı gaye olarak karşımıza çıkıyor. Bunu Ahmed Yesevinin Hikmetleri, Yusuf Has Hacib’in şiirleri ve Yunus’un değişleri ile basitçe yapacağımız karşılaştırmalarda görebiliriz.
Dörtdivanlı Hilmi’nin şiirlerine şöyle yüzeysel olarak baktığımızda Allah’a duyulan aşkın dile gelişini, Onun uğrunda İslam’ın sembollerine duyulan duygusal bağlılığı, savaşa gidenlerin ruh hallerinin ve şahadetlerinin anlatımı, toplumsal ve bireysel hayattaki ahlaki yozlaşma, toplumun içinde bulunduğu ekonomik zorluklar ifade edilmiş ve halkın anlayacağı basit bir şiirle anlatılmıştır.
Sonuç olarak İslam’dan önceki Türk töresi İslam’dan sonra Allah inancı ile birleşerek tevhit düşüncesinin adeta somutlaşmış şeklini Türk edebiyatının bir versiyonu olan şiirlerde dile gelmiş ve dönemin önde gelen insanlarının sözlerinde ifadesini bulmuştur.