İnsani erdemlerini hayatlarında öne çıkarmış olanlar bir şekilde tefekküre ve sükûnete daha fazla vakit ayıranlardır. Aslında yürüyüş bunları bir araya getiren imkânlar sunması açısından dikkate değer bir muhtevaya sahiptir. Kalabalıklar arasında benliğini yitiren, sessizliği isteyen, etrafındaki şeylerin ısrarlı ve rahatsız edici müdahalelerinden yorulan, bununla beraber gönlünü açmak isteyen, sevgiyi ve anlayışı tercih eden insanların dinlenebileceği, huzur bulabileceği limanlardan birisi kısa veya uzun, derinlikli ve samimî yürüyüşlerdir.
Bununla beraber yürüyüşle ilgili bazı soruların cevaplandırılması gerekmektedir:
Kendisine böylesine zaman ayırdığımız yürüyüş, nasıl bir eylemdir? Bazı insanlar neden ona iptila derecesinde tutkun olmaktalar? Sağlığımız üzerindeki güzel tesirleri bir yana, yürüyüşün ruhumuz ve gönlümüz üzerinde nasıl etkileri vardır? Yürüyüş, hayatın seyri içerisinde çeşitli sebeplerle yıkılan benliğimizi yeniden inşa etme süreci midir? Bütün bu sorular, yazılar boyunca kendisine bir cevap arayacak.
Bu sorulardan da anlaşılacağı üzere yürümek, zaman içerisinde üzerinde düşündüğüm, zihin yorduğum, biraz da gönlümde kendisine müstesna bir yer verdiğim kavramlardan biri olmaya başladı. Bu yazılar vesilesiyle aslında çocukluğumdan itibaren hep yaptığım yürüyüşlerimin gönlümde ve zihnimde uyandırdığı hisleri bu sefer kalemimle ve düşüncelerimle tespit etmeye çalıştım.
Yürüyüş bir spor değildir. Spordaki rekabet unsuru, hareketin hep bir amaca bağlı olması ve insanın kendini çevresine kanıtlayarak göstermeye çalışması yürüyüşü spordan ayırmaktadır. Bir kere rekabet duygusu öne geçince insan, çevresine, doğal güzelliklere kapalı bir varlık hâline gelmektedir. Yarışan ve kazanmak isteyen biri bencildir, asla bir başkasını düşünemez. Bu ifade edilen hususlar yürümeye aykırı durumlardır. Yürümek kendini dinlemek, anlamak üzere çıktığımız bir iç yolculuğudur. Onun en başta bütün rekabet duygularından arınmış olması gerekir. Bir yere yetişmeyi istemek bile yürümeye büyük ölçüde zarar verir ve insanın ondan alacağı mânevî hazzın önüne geçer.
Yazılar kendi yürüyüşlerim ve düşüncelerim etrafında oluşurken aslında sosyo-kültürel düzlemde de yürüyüşün etrafında gelişen değerlerimizi de burada kısmen tespit edip değerlendirmeye çalıştım. Yürüyüş tutkunu şairlerimiz, seyyahlarımız yanında, yürümek üzerine söylenen sözlere ve muhteşem tespitlere kitabımın ilgili yerlerinde yer vermek istedim. Böylece “Yürüyüş Denemeleri” kendi içerisinde zengin diyebileceğim bir içeriğe kavuşmuş oldu.
Daha önce yayınlanan Seyyah Olayım Bir Zaman -Türk Seyahat Kültürünün İzinde- (İstanbul 2019) kitabımda seyahatin Türk kültüründeki dikkate değer yönlerini seyyahlar, âlimler, şairler, âşıklar, hacılar etrafında ve onların kaleme aldıkları eserleri merkeze alarak incelemeye çalışmıştım. Yürümeyi seyahatlerde öne çıkan yöntemlerden biri olarak görmek mümkün olmakla beraber yürüyüşler seyahatlerden bazı yönleriyle ayrılabilmektedir.
Seyahatte bir şehri, bir yeri, bir insanı görmek, ziyaret etmek hedeflenirken yürüyüşlerde amaç tefekkürümüzde derinleşmek ve dinginleşmektir. Bu da yürüyüşü daha özel ve ayrıcalıklı bir hâle bürümektedir. Bu açıdan yürüyüş, seyahatle biraz benzeşmekle beraber onun insan için öne çıkan zengin anlam dünyası yürümeyi seyahatten ayırmaktadır. Öyleyse yürümek kendi içinde zengin anlamlara sahip müstakil insanî eylemlerden biri olarak kabul edilebilir. Fakat Seyyah Olayım Bir Zaman kitabım vesilesiyle seyahat ve sefer konuları üzerinde etraflı olarak durmuş olmam, bu yazılar vesilesiyle derinlemesine ele almak istediğim yürüyüşün çerçevesini tespit etmemi kolaylaştırmıştır.
Yürümekle ilgili kaleme alınan ve bu kitabın yazılışına ilham kaynağı olan Frederic Gros’un Yürümenin Felsefesi, Henry David Thoreau’nun Yürümek, David Le Breton’un Yürümeye Övgü adlı eserlerinde yürüyüş, etraflı bir şekilde fakat doğal olarak yazarlarının ait oldukları sosyo-kültürel planda ele alınmıştır. Bu yazarların ele aldıkları Nietzsche, Rimbaud, Jean-Jacques Rousseau ve daha birçok yazar, aslında yürüyüşü entelektüel bir sığınak hatta bir okul olarak görüyorlardı. Avrupa’nın bu gerçek anlamdaki aydın zihinleri yürümenin cennetini keşfetmişlerdi.
Bununla beraber Türk kültüründe yürüyüşü seven ve ona zaman ayıran yazar, şair ve seyyahlarımız kültür tarihimiz boyunca pek de eksik olmadı. Yukarıda eserleriyle beraber andığım müelliflerin yazdıklarını okurken bu kitaplarda neden bizim seyyahlarımız, âşıklarımız, gezginlerimiz ve yürüyüş tutkunu şairlerimizden bahsedilmedi, diye düşünmedim değil. Elli yıldan fazla Osmanlı coğrafyasını bazı zamanlar yürüyerek gezen Evliya Çelebi’yi, genç yaşında vefat eden ve buna rağmen uzun süren seyahatlere çıkabilmiş Fehim-i Kadim’i, İstanbul’un veya herhangi bir Avrupa şehrinin sokaklarında gezen ve bana kalırsa yürüyüşlerini bir okul hâline getirebilmiş Yahya Kemal’i, İstanbul’un ve Anadolu şehirlerinin kültürünü yüzlerce defterle tespit etmiş olan Süheyl Ünver’i, daha birçok şahsiyeti ve onların yürüyüşlerini bu satırlara göz gezdirirken bol bol hatırladım. Bu durum, giderek bende hem kendi yürüyüşlerimden hem de kültürümüzün zenginliğinden beslenen bir deneme kitabı yazma arzusuna dönüştü. Sonuç olarak ortaya elinizdeki bu kitap çıkmış oldu.
Burada bir teşekkür borcu olarak ayrıca şunu belirtmek isterim:
Küçüklüğümdeki uzun yürüyüşlerime ve onu iliklerime kadar yaşamama rağmen konu hakkında düşündüğüm ve bunu daha bilinçli bir şekilde yaptığım yer ikametimin de bulunduğu Bolu’nun Dörtdivan ilçesi oldu. Dörtdivan, dümdüz bir ova olması yanında etrafını çevreleyen dağlar ve yaylaları ile yürüyüş için oldukça müsait bir zemin sunmuştu bana. Baharla beraber canlanan toprağın harikulade hayatiyeti, rengarenk çiçekler, güneşin doğuşu ve ufuktaki gün batımı, yürüyüşlerde hemen önümüzde uzanan masmavi gökyüzü, türlü türlü böcekler, Aladağlar’dan beslenen Ulusu’yu ile Dörtdivan tam bir yürüyüş cenneti oldu benim için. Yıllar yılı çeşitli vesilelerle yürüdüğüm, yürüyüşe çıktığım bu güzel memlekette yürüyüşün kendisi üzerinde de durma imkânı elde ettim ve onu bol bol düşündüm.
“Yürümeye Dâir” kitabımı böylece Bolu’nun Dörtdivan ve memleketim olan Ordu’nun Çatalpınar ilçelerinde kaleme aldım. Tabiatın olanca güzelliğiyle hâkim olduğu Bolu ve Ordu bu yazıları gür ilhamıyla, cennet misâli güzel tabiat köşeleriyle doyasıya besledi. Tabiatın türlü nimetleri ve engin cömertliği yanında bu gür ilham olmasaydı bana kalırsa bu yazılar öyle kolay yazılamazdı. Anadolu’nun kültürel ve doğal güzellikler bakımından hâlâ çok zengin olan şehirleri edebî eserlerin muhtevasını böylece hâlâ beslemeye devam etmekteler.
Bu kitapta yer alan yazılardan iki tanesi daha önce Derin Mavi (Ankara, 2022) adıyla yayınladığım deneme kitabımda “Yürümeye Dâir-I” ve “Yürümeye Dâir-II” başlıklarıyla yer almıştı. Aslında bu yazılar yürümeyle ilgili düşünmeye ve yazmaya başladığım o ilk zamanların ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Şimdi bu kitapta onlara yazıları biraz da güncelleyerek yeniden yer vermek istedim. Bu yazılardan ilki kitabın içerisinde “Yürümek” ve ikincisi de “Yürüyüşü Neden Sever İnsan?” başlıklarıyla yer almış oldu. Yine Derin Mavi’de yer alan “Ansızın Gelen” başlıklı kısa denemem de burada bir alıntı hâlinde yer aldı. Esasında Derin Mavi’nin içinde yer alan denemelerin önemli bir kısmı yürüyüşlerim esnasında üzerinde düşündüğüm çeşitli konular hakkında yazılmışlardı. Çeşitli kavramların ve durumların açılımlarından ibaret olan bu yazılar beni adeta kendilerini yazmaya mecbur etmişlerdi. Burada ise yürümenin kendisi üzerinde yazdığım denemelerimi bir araya getirmiş oldum.
Bu kitabımın yürüyüşü sevenlere bir armağan olarak kabul edilmesini, okuyanları tefekkür ve muhabbet dolu yürüyüşlere sevk etmesini ve Türk kültürüne mütevazı bir katkı olarak görülmesini dilerim.